Ana Sayfa » Cumhuriyet Gazetesi Cuma Kitapları » Atatürk'ü Özleyiş - I : 35
Bütün Sakarya savaşı boyunca Meclis cephesini bir an bile gözünden ve dikkatinden uzak tutmadın. “Erkân'ı Harbiye-i Umumiye”ye göndereceğin vaziyet raporlarını o makamdan edineceği bilgilere göre günü gününe Büyük Meclis etraflıca açıklamakla Trabzon mebusu Hüsrev'i (Gerede) vazifelendirdin. Bu iş için ona yeniden başkumandanlık karargâhında yer verdin. Kurmay subay Hüsrev, daha önceleri, seninle Anadolu'ya geçmiş olan ilk karargâhında hareket şubesi müdürü idi.
Hüsrev her sabah Meclis'te kara tahtaya beyaz tebeşirle bir harita çizer, o haritanın üzerinde savaşın her yeni gelişmesini, etrafına merakla birikmiş milletvekili topluluğuna, en küçük noktalara varıncaya kadar açıklardı. Son durumun manasını eskileriyle karşılaştırarak yenisinin değerini iyimser yorumlarla belirtirdi…
Onun en öz kaynaktan alınma bilgilere dayanan o yetkili konferanslarını -asker, sivil- bütün mebuslar can kulağıyla dinliyorlar: maneviyatlarını bir kat daha yükseltiyorlardı…
…
Meclis'in içinde her gün bu konferanslar verilir ve gizli oturumlarda heyecanlı, galeyanlı müzakereler edilirken, Meclis'in önünden de istasyona doğru her gün bölük bölük “ikmal efradı”; ve istasyona giden Engürü caddelerini o zamanlar haftalarca gece gündüz en tiz perdeden en dâvûdîsine kadar hiç dinmesiz, dinlenmesiz haykırışları ile doldurmuş dizim dizim kağnılar, kağnılar ve kağnılar geçerdi…
Boşalmış kadroları dolduracak o ikmal efradı, cepheye, alacak mintanları; türlü biçimde poturları; bacaklarına gâh sicimle, gâh çaputla dolanmış toz rengi çarıkları; sağılıp tüketilmiş memeler gibi sarkan tağarcıkları ile art arda köylü kafileleri halinde yetiştirilirdi!..
Ve kıt yollu Anadolu'nun her bucağından Ankara'ya getirilmiş, Ankara'dan da hemen cepheye iletilmesi gereken yiyeceği, içeceği, giyeceği, örtüp barındıracağı, cephaneyi, mühimmatı, her şeyi, her şeyi o sıra sıra kağnılar, istasyon meydanına doğru hamarat karınca dizileri gibi götürürlerdi!.. Böğürleri böğürlerine çökmüş bezgin öküzlerin, kuyrukları ile sinek sava sava, ağır ağır yürüttükleri o kağnıları, tozdan topraktan yün gibi ağırmış saçlı, kocamış gibi kavruk ve kırışık derili on-onbeş yaşındaki oğlan çocuklar ve başları, yaralanmış başlar gibi, sımsıkı ak çevrelere dürülmüş yanık yüzlü Anadolu kadınları yederdi… Evlerinin temeli erlerini, canlarının canı oğullarını, civan kardeşlerini, gönül ortağı sözlülerini düşman karşısına dikmiş o kadınlar onlara şimdi de arkaları sıra kendilerini besleyecek yiyecekler ve düşmanlarını kovacak cephaneler gönderiyorlardı. Tarihin tanıdığı gündenberi Türk kahramanlarının kaynağı olmuş bu kutsal varlıklar ta Rumeli'nin Viyanasından Anadolu'nun çok uzağındaki Hint kıyılarına, Afrika çöllerine kadar koç yiğitler yollamış ninelerinin, analarının geleneğine uyup bu kez de kendi paylarına düşen fedakârlığı devlet, millet uğrunda bir kader borcu olarak inanla, güvenle umutla, amaçla bir daha tazeliyorlardı…
Kızgın güneşin altında cepheye gidecek efrada, ağaçsız ve gölgesiz uzun istasyon yolunda, o kağnıların acı feryatlarından başka bir ses yoldaşlık etmezdi… Gideceklerin ruhlarına hasretli bir şeyler anlatarak konuşan yol arkadaşları gibi bu sesler de, istasyon meydanına varınca susardı; bir kutsal yol başında adeta bir anma ibadeti için susar gibi…
Kağnıların bütün bu azar azar getirdiklerini, istasyonda bekleyen tren, cepheye bir an önce ulaştırmak üzere hep birden, böğrüne istif ederdi.
Mustafa Kemal'in yanında Ruşen Eşref Ünaydın
« 01 ... 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 »