Ana Sayfa » Cumhuriyet Gazetesi Cuma Kitapları » Atatürk'ü Özleyiş - II : 17
düşman generalini esir alıp buraya, cephe kumandanına getirmiş olan kolordu kumandanı Kemalettin Sami Paşa da katılmıştılar.
Esir generaller senin huzuruna öyle birden bire çıkarılmışlardı ki bizler koca sofanın yan bölümlerine çekilmiş: aşağıya inecek olamamıştık… Bizler dediğim; yani Halide Edip (Adıvar), Salih (Bozok), Mahmut (Soydan), Memduh, Muzaffer (Kılıç), genç kurmay Şahap (Gürler), Cevdet Kerim… Şimdi aklımda kalan ve kalmayan beş on kişi; bizler… Bir evvel zaman düğün evinin yan sofasında sıkışmış kalmış; misafire çıkıp gözükmeyecek ev halkı…
O konak, gerçekten bir düğün evi gibi idi… Gireni, çıkanı sayısız! Tabaklar dolusu kehribar renkli çekirdeksiz üzümler, bal sızdıran tepeleme incirler, koca koca zerde, pilav sahanları taşıyan Uşaklılar; iş için gelip giden karargâh subayları; kurmaylar; nöbetçi erler, yürüyüş emrine hazır şoförler… Ve müşirliği gelmiş Fevzi Paşa'ya bir yan odada, gelin sırmasından, evin kızının gelinlik sırmasından saç örgüsü gibi öre öre kendi eli ile çabucak bir müşir rütbesi işareti çerçevesi hazırlayan yaveri Ali Bey…
O bulunduğumuz yan sofadan görüyorduk: Ortaya bir masa hazırlanmış. Etrafında, sırtınız pencereye dönük oturmuş sen ve sizler… Karşınızda da misafir generaller için iki sandalye…
Asker disiplini ve teşrifatı gereğince kademe kademe daha üstün makamlar huzuruna çıkarılan esir generallerle cephe kumandanı İsmet Paşa konuştuktan sonra onları alıp senin yüksek huzuruna getirmişti…
O masanın başında, seninle karşındaki esir generaller arasında bizlerin de dinleyip duyduğumuz, şöyle bir konuşma aklımda kalmış:
Sen onlara hal hatır sorup söz açtın.
Nice yıllar sonra buyruğun üzerine Atina'ya, dostluğu geliştirmek göreviyle gönderildiğim ve bu dostluğa inanla seve seve çalıştığım zaman efendi ruhluluğunu, dürüst düşünürlüğünü her bayramımızda elçiliğimize misafir geldikçe görüşmelerinden bildiğim; yurduna hizmeti dokunmuş eski bir ailenin afif evladı olduğunu yakından tanıdığım General Trikupis, kederden ve yorgunluktan solmuş yüzünde ruhunun yarasını belirten bir hüzünle, başına bu felaket geldiğini, vazifesini sonuna kadar yaptığını, fakat en son vazifesini, kendini çekip öldürmek vazifesini yapamadığını: çünkü buna vakit kalmadığını anlattı.
Sen ona, eğer sonuna kadar vazifesini yaptığına eminse, vicdanı müsterih olabileceğini; kazanmakla kaybetmenin değişir harp talihi iktizası olduğunu; Napolyon gibi bir büyük kumandanın başına bile mağlubiyet ve esaret acısı gelmiş olduğunu; bu sefer kendinin başına gelenin zıddı da olabilir idiğini; kaderin hükmüne eğilmek gerek olduğunu söyledin! Fatihliği ve fatihliğin taşıması gereken büyük ruhluluğu doğuştan beraberinde mi getirmiştin! Yendiğinin karşısında duruş ile kurumlanan, bakışı ile böbürlenen bir muzaffer kumandan tavrı asla takınmış değildin. Bilakis yenilmişe teselli veren, bütün efendiliği varlığında toplamış bir centilmen silah arkadaşı durgunluğunda konuşuyordun.
Sordun ki:
- Nasıl oldu? anlatın!
Dedi:
« 01 ... 07 08 09 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 ... 51 »