Ana Sayfa » Cumhuriyet Gazetesi Cuma Kitapları » Atatürk'ü Özleyiş - II : 25
karargâh kuracaksın!.. Ve onların toplarının adeta göğsüne doğru uzandığı yerde seninle konuşmaya gelen İngiliz Konsolosu'nun yüksek perdeden: “Bize harp mi ilan edeceksiniz?” yollu küçümser, ve gözdağı vereceğini sanır sorgusuna, ondan çok daha yüksek perdeden bir sesle:
“Benim burada kendi vatanımda olduğumu bilmiyor musunuz? Bu gerçeği hâlâ görmüyor musunuz? Siz hâlâ o zihniyette iseniz birbirimizle esasen harp halindeyiz demektir. Öyle ise, evet, bir kere, on kere, yüz kere daha harp ilan ediyorum” diye konsolosu şaşırtmamış mıydın?.. O sırada, rıhtımda yatan torpidodan senin üzerine toplar parlatılacak diye korkmuyordun. Bilakis kapıdan uzanmış da sana hayranlıkla bakan beyaz üniformalı genç İngiliz deniz subaylarının başlarını görüyordum…
Gerçekten senin hesabın senindi. Benim gördüğüm, sen ateşe düşsen yanmaktan çıkan semenderdin. Ateşe düşsen; kendini ateşe atsan değil… O türlü şuursuz atılganlığın asla yoktu. Zekânda, insanın en hoşuna giden taraf, o zekânın, kurulmuş bir fotoğraf makinesi gibi ne görürse kendi üzerine çeken bir âlet değil; radar gibi arayan, gösteren ve gerekeni vaktinde yaptırmaya imkân hazırlayan bir mükemmel modern cihaz oluşu idi… Onun adesesi, olayların önemine göre açılır büyürdü; her gördüğü ışığa kendini var kuvvetiyle verip boşuna harcamazdı… Seni pek anlamamış, sevmemiş bir kadın yazarımız, bir defa, yabancı mecmualardan birinde yayınladığı bir makalede: Mustafa Kemal'in öyle sanıldığı kadar cesur olmadığını; bir isyan haberi ve gürültüsü önünde yüzünün sarardığını kendisinin görmüş olduğunu yazmış. Bu, senin kulağına gittiği zaman öfkelenmemiştin; o biçâre zihniyete gülümsemiş:
- Gerçi ben böyle bir şey hatırlamıyorum, amma mümkündür; yüzüm sararmış olabilir. Kızmış olacağımdır. Ben çevrilip kalmaktan hoşlanmam. Çünkü o zaman iradem başkasının eline geçmiş olur… Serbest kalmalıyım ki, sükûnum, muhakemem ve tedbirim benim elimde olsun… Ben Ankara'da kalmasaydım ve geleceği görmeseydim, yabancı işgali altındaki İstanbul'da tutulup kalmış olanlar. benim muhafaza ettiğim serbestliğe nasıl sığınabilecekler ve hürriyete nasıl kavuşacaklardı?“ deyip geçmiştin.
İstanbul'da, koskoca yabancı devlet ordularından ve donanmalarından çekinmeksizin, kendi yoksul ve alınmış yurdunun kurtulabilir ve sen onu kurtaracaksın olduğunu tasarlamış; Samsun'dan Erzurum'a, Erzurum'dan Sıvas'a, Sıvas'tan Ankara'ya, Ankara'dan Sakarya'ya, Sakarya'dan Dumlupınar'a, Dumlupınar'dan İzmir kapılarına, gönü aşılmış yırtık çarıklarla; kırık demiryollarından bozma süngülerle; lamba fitillerinden uydurma tüfek kayışları ile; beş altı başka devletin birbirini tutmaz renkte eski üniforma partalları ile; köylü kadın kucaklarında tosun yavrular gibi taşınan başka başka çapta ve markada top gülleleri ile; yamru yumru tekerlekleri inim inim inilder kağnılarla; iki eski uçakla ve ancak, o da son günlerde ele geçirebildiğin otuz, otuz beş Berliye kamyonu ile; kırk ay da sürse nihayet “behemahal” dayanacak bir davanın başarılacağını önceden kestirmiş bir hesap, Kordon Boyu'nda yatan cilalı toplardan çekinir mi?
Senin zekân öylesine idi ki önceden düşünüp de tedbirini tasarlamadığın bir olay olamazdı!.. “Vaktin oldukça bir düşünceyi şöyle hayal edersin; olmadı; çevirir böyle hayal edersin. O kombinezonu tasarlarsın, ondan bu kombinezona geçersin; araya taraya işin doğrusunu sonunda bulursun, ona dayanırsın; bu ancak böyle olur… Evirmeli, çevirmeli; bir daha, bir daha…İnsan ancak öyle öyle yetişir…” derdin. Böylece, zihninin baharında siyaset idmanlarının, -kanat denemeleri pişkinleşince yuvadan havaya salıverilen kuş uçmaları gibi- oynaşıp durduğunu sezdirmiş olurdun…
“Karışık iş yoktur; her iş basittir” derdin. Bunu, bir gün Karacahisar önündeki, insan boyunca ekin dalgalarının arasında kaybolmuş incecik bir yolda gezinen İsmet Paşa'ya anlattım.
« 01 ... 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 ... 51 »