Ana Sayfa » Cumhuriyet Gazetesi Cuma Kitapları » Atatürk'ü Özleyiş - II : 48


ATATÜRK'Ü ÖZLEYİŞ - II

RUŞEN EŞREF ÜNAYDIN


serinliğinde giderlerken, gözlerinin önünde geçenlerden anlıyorlardı ki zafer, Orta Anadolu'nun geç baharı gibi için için hafiften, amma “essah”tan yeşeriyor. Üzerine eski püskülerden tente çekmiş, başına gül gibi bayrak asmış her kağnı ki rast gelirsin, bir zafer takına benziyor… Artık sadece çeşmeleri hâlâ konuşan, fakat çoğunun insanları susmuş, Sakarya Harbi kurbanı köylerimizde bile bir silkinme göze çarpıyor… O köylerden birinde bir çeşmenin başında yaşlıca bir kadın gördüm: Sırtına bir torba yüklenmişti. Torbanın ağzından iki üç yaşlarında bir oğlan çocuğun başı görünüyordu. Kadın o sıcakta bu yükle birlikte suya eğilmişti…
- Çocuğu yere bırak da rahat içsene!…“ dedim. Elinin tersi ile sildiği ağzından çenesine doğru sular sızarak:
”- Aah! o benim bi denecik torunum. Ocağımızın ışığı… Babası ilerde cephede… Dönenecen bebesi benim boynuma borç… Ordan indirmem“ dedi. Bu büyüklüğe hayran kaldım.
- Ya iş uzun sürerse?” diye sordum.
“- Olsun… Onun orasını biz bilemeyiz gayrı… Allah etsin, kısa sürsün”… Dediği doğru idi.
İlerilerde neler olmaktadır; orta yaylada henüz bir bilen yoktu. Öyleyken, nasıl anlatmalı, havadan bile hissediliyordu ki bir davranma, bir ayaklanma, bir yüklenme var. Gönüllere daha şimdiden, nedir açıkça söylenemez amma bir ferahlık yayılmış; gözlere hayaller beliriyor ve yüzlere gülümsemeler geliyor. Daha Polatlı'dan; ne? ne? Daha, “Ey gaziler”li, “Sivastopol önünde”li Ankara eteklerinden seziliyordu ki kazanış ve kurtuluş saati gelmiştir.
Ankara'nın taşına bak
Gözlerimin yaşına bak
diye bar bar bağırarak Kayaş yolunu tutturanlar kalmamış! İnsan Sakarya'ya çekiliş zamanından beri Eskişehir'den Ankara'ya göçmüş ve istasyonun bir kör hattı üstünde “Lütfiye” (1) mahallesi adı alarak kenara çekilmiş kara furgonlarda bile bir davranma hazırlığı seziyordu… Senin elinde ve buyruğunda öyle uğur var…
Evet, evet; daha tee arkalardan bütün Anadolu yaylası, önce ufak su sızıntıları gibi bir bahar kımıldanışına ve filizlenişine başlamış; insan, erkek, kadın, çocuk, at, eşek, kağnı, yaylı, -bitmez tükenmez bir karınca dizisinin, deliğinden çıkıp düğününe gidişi gibi- her biri, ne bulgusu varsa elinde, sırtında, ileriye doğru taşıyor. Yürüyüş var, yürüyüş!
Cihanbeyli ile Azarıköy arasında, tapalı tapasız mermiler dolu ve her ray değiştirişte lık lık ötüp patlamak tehlikesine açık bir tıkır tıkır sarsılışla giden küçük dekovilde; o vakit İsmet Paşa'nın dediği gibi: “Garp cephesini geriden besleyen o tek küçücük şah damarında, o tek medeniyet yolunda”, üstü açık furgonların frenci yerlerinde yolculuk etmiş olanlar da…
Azarıköy istasyonunda, meydanda öyle dağ gibi yükselmiş mermi yığınları arasındaki çadırının önünde aklını oynatmış gibi bir aşağı bir yukarı gezinip:
“- İleride neler oluyor, neler bitiyor, ancak hüda bilir! Lakin bence vallahi billahi bu sefer muhakkak zafer var. Neden diyecek olursanız, e efendim, bak şimdi önünüz sıra, sırtta taşınırken el bombası dolu iki sandık kazara yere düştü. Dehşettir bu! Onlar bir ateş alsalardı, bak beyim bak, şu etrafımızdaki cephane yığınına! Bu dere tepe hep patlayacaktı; uçacaktı!
«   01   ...    38   39   40   41   42   43   44   45   46   47   48   49   50   51   »