Ana Sayfa » Cumhuriyet Gazetesi Cuma Kitapları » Avrupa ile Asya Arasındaki Adam: Gazi Mustafa Kemal – II : 03


AVRUPA İLE ASYA ARASINDAKİ ADAM: GAZİ MUSTAFA KEMAL – II

DAGOBERT VON MIKUSCH


Buna benzer bir dönüp dönüp aynı yere gelme dansı, manevi alanda da yapılıyordu. -Kabul edilmeleri artık kaçınılmaz bir zorunluluk olan- yeni yaşama biçimlerine yolu açmak için, din kuruluşlarından belirli bir kopma gerekliydi. Fakat buna da İslamiyet karşı çıkıyordu; din adamlarından değil de (bu yönden gelecek engellemeler nasıl olsa aşılabilirdi) daha çok halkın duyarlılığından çekiniliyordu. Müslüman kitlesi bütün varlığıyla, alabildiğine derinlemesine din kuruluşlarıyla kaynaşmıştı; sadece gelenek olduğu için değil, aksine onun için hâlâ yaşayan değerler sayıldığından bunlara sıkıca bağlıydı. Açıkça dinsel bir irtica hareketi olan Nisan (31 Mart) ayaklanmasından sonra, reformcular İslamiyet'in sembollerine el sürmekten kaçınıyorlardı. Artık şapkadan hiç söz edilmiyordu. Dünya savaşı sırasında Türk ordu komutanlığı, askerler için yüzlerini yağmurdan ve çiğ güneş ışığından koruyacak, öte yandan da mekruh sayılan Avrupalı şapkasını hatırlatabilecek bir kenarı ya da siperliği bulunmayacak bir serpuş bulabilmek amacıyla çok büyük çabalar harcamak zorunda kalmıştı. Kadınlar için peçe taşımak ve toplumdan soyutlanmak yasağı bütün katılığıyla uygulanmıştı ve uygulanıyordu. Toplumun bünye ve düşüncelerin çevre değiştirmesine, sınırlı da olsa ancak tek bir yolla, laikleşmeyle ulaşılabilirdi, fakat din ile devlet işlerinin ayrılması o zaman için olanaksız görünüyordu. Bundan dolayı da İslami kurumlardan vazgeçilemiyordu, çünkü bunlar Müslüman dünyasının en güçlü birleştirme araçlarıydı. Bunlar olmaksızın hemen hemen Osmanlı devletinin yarısını oluşturan Arap bölgesi elde tutulamazdı. Fakat İslami kurumlar yalnızca çağa ayak uydurmayı engellemekle kalmıyor, kendi özünden dolayı “milliyet” düşüncesine de karşı çıkıyordu; Ortaçağ Avrupası'nın evrensel kilisesi de, yine bu şekilde kendi yapısal niteliğinden dolayı, devlet sınırlarının halklara göre belirlenmesine karşı çıkmıştı.
Böylece zorunluluğun dikte ettirdiği bu konu -çok geçmeden her biri başka telden çalmaya başlamış olsa bile, yine de- bütün Jön Türkler için bir türlü çözümleyemedikleri bir sorun durumunu aldı. Meşrutiyetin bünyesi onları başarısızlığa mahkûm ediyordu. Etkiler ve karşı-etkiler çözülemeyen bir düğümde birbirine dolaşmaktaydı; bu düğümü daha sonra gelecek biri de gerçi çözemeyecekti, ama bir vuruşta paramparça edecekti.
Abdülhamit'in devrilmesinden sonraki yıllarda Türkiye'nin durumu, Sezar'ın ortaya çıkışından önceki dönemin Romasına benzer. İç savaşlar ve parti kavgaları bu çağın belirgin özelliğidir. Yalnız düşünceler değil, iktidarlar da birbirleriyle boğuşuyordu.
Radikal İttihatçıların yürütme organı olan komite, plânlı şekilde parti diktatörlüğünü amaçlıyordu. Sovyet devletindekine benzer şekilde, ülkenin bellibaşlı her yerinde İttihatçıların bir temsilcisi vardı, çoğu kez de ya bir telgraf memuru ya da bir teğmendi bu temsilci; bunlar ilin valisinden muhtarlara kadar bütün yönetimi gözetim altında bulunduracak, merkezin istediğini yerine getirecek ve halk arasında da yeni aydınlanmanın ışığını yayacaktı. Komitenin elbette ki akıllı kafalardan, becerikli adamlardan yana eksiği yoktu; onda eksik olan gerçek bir orkestra şefiydi; bir Lenin'in devrimci dehasına ya da bir Troçki'nin acımasız sertliğine sahip bir önderdi. Parti hiçbir zaman devlet yönetimini, mutlak bir iktidara sahip olabilecek şekilde eline geçirmeyi başaramadı. Belki de bu dönemde ülke için olağanüstü bir tehlike yararlı olacaktı, böylesine bir tehlike zorunluydu da. İttihatçılar ne zaman iktidarlarını kesinlikle kuracak duruma yakınlaşsalar, her seferinde dış politikada bir gerileme olmuş, onların saygınlığını sarsmış, kendi saflarında bölünmeler meydana getirmiş ve karşı akımlara yeniden üstünlük kazandırmıştır.
Zaman istikrarsız tablolarda yansıyordu; karmakarışık bir film seyredenin gözü önünde oynayıp duruyordu: Kısa sürelerde değişen sadrazamlar, feshedilen parlamentolar, umutla umutsuzluğun gün ve gece gibi değişip durduğu, gürültülü patırtılı meclis oturumları, korkuyla arkasında gölgeler araştıran bakanların hükümet toplantıları.. Kilitli kapılar arasında siyasal kulüpler toplanıyor, emirler veriliyor, sloganlar bildiriliyor, kararlar alınıyor, herkes başkasını kuşkuyla kolluyordu. Geceleyin vurulan biri, bir köşede yere yığılıyor, bir ikincisi ertesi sabah önemli bir makam alarak ortaya çıkmak için, bir arka merdivenden yukarı çıkıyor, karaltılar seçilir gibi oluyor, isimler ansızın parlayıveriyor, sonra yine ansızın sönüp gidiyordu.
«   01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   ...    33   »