Ana Sayfa » Cumhuriyet Gazetesi Cuma Kitapları » Avrupa ile Asya Arasındaki Adam: Gazi Mustafa Kemal – II : 08


AVRUPA İLE ASYA ARASINDAKİ ADAM: GAZİ MUSTAFA KEMAL – II

DAGOBERT VON MIKUSCH


tanınınca, Roma da Trablus'un kesin şekilde işgali konusunda daha fazla duraksamamak gerektiği -duraksamasına da gerek olmadığı- kanısına vardı. Libya'da çıkarları vardı, daha doğrusu bu çıkarları kendileri yaratmıştı, şimdi bu çıkarların saldırı şeklinde savunulması tezgâhlanacaktı, bu amaçla bir bahane de çok geçmeden bulundu. İtalyan ticaretinin Türk makamlarınca engellendiği gerekçesiyle Roma, Babıâli'ye verdiği bir ültimatomla Trablus'un İtalya tarafından işgal edilmesinin onaylanmasını istedi. Ültimatomda belirtilen 24 saatlik süre tamamlanır tamamlanmaz da savaş ilân etti.
İtalya'nın bu şekilde açıkça hakları çiğnemesi, Avrupa kamuoyunda derhal bir öfke fırtınası kopardı. Ancak gözden kaçan -ya da gözden kaçması istenen- bir şey vardı. İtalya sadece biraz daha az becerikli şekilde davranmıştı, aslında bu hareketinin, İngiltere'nin Mısır'da, Fransa'nın kuzeybatı Afrika'da, Avusturya'nın Bosna-Hersek'te, daha önce de Rusya'nın Kırım ve Besarabya'da yapmış oldukları pek bir farkı yoktu. Toprakların bu şekilde sahip değiştirmesi daha geniş bir bakış açısıyla, yeryüzünün çehresini sürekli değiştirmiş, o büyük tarihsel evrimin yalnızca yeni bir merhalesi olarak görülebilir. Daha önceki zamanlarda Araplar, arkasından onların Türk varisleri İspanya'ya kadar tüm Akdeniz bölgesinde ve Viyana'ya kadar Avrupa kıtasında gerçekleştirdikleri fetihlerle ilerlemişlerdi. Aradan zaman geçmiş, Avrupa ilkin yavaş, sonra 19. ve 20. yüzyıllarda büyük güç kazanarak daha hızlı biçimde karşı saldırıya geçmişti. Müslümanların parça parça zorla kazandıkları, şimdi onlardan yine zorla geri alınıyordu.
İtalya'nın bu zorbaca darbesini, Türkler arasında da tarafsızca değerlendirenler olmuştur; bunlardan biri de o günlerin Genelkurmay Başkanı Mareşal Ahmet İzzet Paşa'dır; Leibzig'de 1927'de yayınlanan hatıralarında şöyle yazıyor: “Eğer insan hakları açısından, hatta devletlerarası hukuk açısından bakarsak… O zaman Trablus'a hiç nedensiz yapılan bu saldırı elbette ki bir haksızlıktır. Fakat herhangi bir devletin topraklarının büyüklüğüne ve bu toprakların doğal kaynaklarının olanaklarına yaraşmayan bir iktidarsızlık göstermesi, dev bir ülkenin verimini ve zenginliğini bir mirasyedi gibi har vurup harman savurarak, kötü yönetimiyle direnme gücünü yok etmesi çok daha büyük bir haksızlıktır.” Başka deyişle: Türkiye cezalandırılmayı hak etmiş ihmaliyle, ülkenin bu parçası üzerindeki mülkiyet hakkını zaten kaybetmişti.
Gerçekten de İtalya'nın niyeti, şüpheye yer bırakmayacak şekilde çoktan beri bilindiği halde, bu illerin savunulması için en küçük bir hazırlık yapılmamıştı. Sadece Trablus'ta az sayıda birlikler vardı, bunlar da yeterli savunma araçlarından yoksundu, üstelik yüzlerce kilometrelik başka birliklerin, yalnız deniz yoluyla ulaşılabilen bu bölgeye getirilmesi için ise artık geç kalınmıştı. Küçük Türk filosu ise güçlü İtalyan donanması karşısında limanlardan dışarı çıkamazdı.
Demek ki mantıksal açıdan bir savaş asla kazanılamazdı. Türkiye ilkin Londra ya da Paris'ten bir destek önerisi gelir diye umutlandı. Oysa İtalya çok önceden rakipleriyle anlaşmış bulunuyordu, nitekim hükümetler tarafsızlıklarını pek çabuk ilân ediverdiler. “Büyük devletler bizi yazgımızla başbaşa bıraktılar.” Enver, gezi günlüğüne lakonik şekilde bu notu düşüyordu.
Bosna-Hersek'ten farklı olarak burada, halkı baştanbaşa Müslüman iller söz konusuydu. Buraları savaşmadan Hristiyanlara terk etmek, Türkiye'nin İslâm dünyasındaki saygınlığının son kalıntısını da götürür, belki halifeliğe mal olurdu; kısacası, General von der Goltz'un bir sözünü kullanırsak, intihar demekti.
Bu durumda İstanbul hükümetine akla, mantığa aykırı olduğu söylense de, direnişe geçmekten ve kahramanca bir çabayla hiç değilse kendini savunma isteğini ortaya koymaktan başka çare kalmıyordu. Tarih, böyle durumlarda umutsuzca cesaretin çoğu zaman umulmadık değişimlere yol açtığını gösterir örneklerle doluydu. İnsanların hesabına göre başarısı olanaksız bir yolda kim kendini fedaya hazırlanırsa, içinden yine de bir mucize olacağı, Tanrı'nın böylesine fedakârlığı göze alanların yardımına eninde sonunda koşacağı umudunu besler. Herhalde o günlerde Enver bu inançtaydı.
«   01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   18   ...    33   »