Ana Sayfa » Cumhuriyet Gazetesi Cuma Kitapları » Avrupa ile Asya Arasındaki Adam: Gazi Mustafa Kemal – II : 09


AVRUPA İLE ASYA ARASINDAKİ ADAM: GAZİ MUSTAFA KEMAL – II

DAGOBERT VON MIKUSCH


Trablus savaşı alanına ulaşmaya çalışan subaylar arasında Mustafa Kemal de vardı. Oraya gidebilmek için ister istemez Mısır'dan geçmek gerekiyordu. İngiliz koruma yönetimi, İtalya'nın hatırı için tarafsızlığını sıkı şekilde yürütüyor, hiçbir Türk savaşçısının ülkeden geçmemesine son derecede dikkat ediyordu. Mustafa Kemal, Tanin Gazetesi'nin muhabiri olarak, Şerif Bey adıyla İskenderiye'ye geldi. Birlikte gelmiş olduğu arkadaşlarından ikisi tutuklandı. Fakat resmi makamlar daha önce kendilerine bildirilmiş, Mustafa Kemal adlı sarı saçları ve mavi gözleriyle hemen fark edilebilecek üçüncü bir subayı arıyorlardı. Boş yere aramalardan sonra onun batı yönüne, Trablus sınırına kadar giden trene binip İskenderiye'yi terk ettiği anlaşıldı. Sanga'da Mısırlı bir subay trene geldi, yolcuları kontrol ediyordu, kolayca fark edildiğinden Mustafa Kemal'i tanıması pek uzun sürmedi, tutuklanması için direktif almıştı. Fakat Mısırlı subayın kalbi, İngiliz patronlarının aksine elbette ki Türklerden yanaydı. Ancak ortada apaçık bir emir de vardı, buna uyulması gerekmekteydi; sonunda bir çözüm yolu bulundu; birlikte yola çıktıkları bir silahçı ustası vardı, gerçi sarışın değildi, ama yine de saç rengi açıktı; aranan kolağası Mustafa Kemal diye İngiliz makamlarına teslim edildi, sonra da yurduna geri gönderildi; bu sırada ismin asıl sahibi Trablus'a varmayı başarmıştı.
İtalyanlar kalkıştıkları seferin çarçabuk bir zaferle sonuçlanacağını ummuşlardı, yanıldıklarını çok geçmeden anladılar. Trablus ve Bingazi'nin Arap oymakları, İstanbul'daki büyük hükümdar ve halifenin kendilerini yüzüstü bırakmadığını, hayır duasından başka en iyi subaylarından birçoğunu yardım için gönderdiğini görünce, istenilmeyen saldırgana karşı dövüşmek üzere, iç bölgelerdeki vahalardan ve otlaklardan koşup geldiler. Bir zamanlar erken Ortaçağ'da olduğu gibi Peygamberin bayrağı, ışıldayan yeşil rengi altında bütün müminleri bir araya getirmiş, tehdit altındaki İslamiyet'in dayanışma ruhu, dindaşların birbirlerine karşı bütün hınçlarını unutturmuştu. Hatta Arap yarımadasının güney ucundaki Yemen'de, bir Türk ordusu ayaklanmış oymaklarla zorlu bir savaşa tutuşmuşken, bir anda düşmanlık sona ermişti. “El cihad sabil illâh! El cihad! Allah aşkına kutsal savaş! Kutsal savaş!” diye bağrışan bedevî kitleleri Hristiyan siperlerine karşı saldırıya geçtiler.
İtalyanlar bütün önemli limanları işgal etmiş, fakat daracık kıyı şeridinde mıhlanıp kalmışlardı. Donanma toplarının menzil alanının ötesine, çöle benzer iç kesimlere ayak atmak girişimleri püskürtülmüş, çok geçmeden de böyle girişimlerin boşuna çaba olduğu kanısına varılarak ilerlemekten vazgeçilmişti. Böylece ünlü siper savaşı gelip çattı: Burada bir çatışma, orada bir çatışma, arada da çeşni olsun diye şiddetli bir boğazlaşma, toprakları savunanların zaman zaman yaptıkları büyük kahramanlıklar… Bu çabalar gerçi hoşa gidiyor, savaşçıların cesaretini arttırıyordu, fakat taburları çok daha güçlü olduğu için, dünyanın efendilerinden biri olmaya kalkışmış düşmanın durumunda bir değişiklik sağlayamıyordu.
Bu arada binbaşılığa yükselmiş bulunan Mustafa Kemal, kuzeydoğu Bingazi'de bir liman olan Derne'nin karşısında mevzilenmiş birliklere komuta ediyordu. Aynı Derne Ordugâhında, ondan bir yaş küçük, fakat bütün cephenin komutanı olan Yarbay Enver Bey'in çadırı da kuruluydu. O zamanlar orduda kendisine takılmış adıyla “Küçük Napolyon” kısa zamanda savunmanın merkezi ve ruhu olmuştu. Onun yönetiminde savaş aralıksız sürdürülüyor, giderek daha şiddetli, daha etkili oluyordu. Direnişi durmadan tekrar alevlendirmek ve ona özellikle sıkı bir örgütlenmenin ağırlığını kazandırmak için bir an böyle boş durmuyordu. Vahşi insan sürülerinden, oldukça disiplinli birlikler yaratmış, en zor gizli yollardan silâh ve cephane sağlamıştı; yine de eksikliği duyulan bir şey olursa, bunları da kurdurduğu derme çatma atölyelerde yaptırıyordu. Düşman onun şahsında en tehlikeli hasmını görmekteydi; başına çok yüksek bir paha biçilmişti; ikide bir de öldüğünü ilân ediyordu. Yardımcılarının hiç de az olmayan hizmetlerini elbette küçümsememekle birlikte yine de Trablus, özellikle de Bingazi savunmasının, büyük canlılığı ve yılmayan direnmesiyle Enver'in eseri olduğu söylenebilir.
Türkiye'nin bu genç Alkibiades'i (*) eski bir saray müteahhidinin oğluydu, kısa bir süre önce de hanedandan bir prensesin kalbini fethetmişti. Naciye Sultan adlı bu prenses Abdülhamit'in bir oğluyla sözlüydü; fakat hürriyet kahramanına gönlünü kaptırmış ve sevimli görünüşüyle padişahı da
«   01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   18   19   ...    33   »