Ana Sayfa » Cumhuriyet Gazetesi Cuma Kitapları » Avrupa ile Asya Arasındaki Adam: Gazi Mustafa Kemal – III : 23
Askeri komutanlardan bütün gece boyunca telgraf merkezlerinde kalmaları rica edilmişti. Gerekli direktifleri Sivas 'tan çok çabuk almaktaydılar, öyle ki Anadolu'nun sesi sürekli bir koro halinde yükselmekteydi.
Saptanmış bulunan saat, istenilen cevap alınmadan geçince, 12 Eylül 1919 sabahı İstanbul'la bütün bağlantılar ve ilişkiler kesildi. Anadolu'daki telgraf merkezleri sürekli işgal altında tutuldu; artık İstanbul'la ne telgraf bağlantısı vardır, ne de başka türlü haberleşme. Kesinlikle ele geçirilmemiş merkezler vardı, buraların telgraf hatları kesildi. Bazı sivil makamlar buna katılmak istemediler. Karşı gelen memurlar tutuklandı ve yerlerine güvenilir görevliler konuldu. Böylece başkentin ülkeden soyutlanması başarıldı.
Merkezi hükümetin gösterdiği zayıflıktan ustaca yararlanarak Mustafa Kemal, yandaşlarını geri dönülmesi artık pek kolay olmayacak bir savaş durumu içine sokmuş bulunuyordu. Bu insanlar aslında istemedikleri halde devrimin içine itilmişlerdi.
Bununla birlikte durum gereği gerçekleştirilmiş bu yeni düzenleme, birçoklarında kuşkular uyandırmıştı; istek ve iradelerine aykırı olarak nereye sürüklendiklerini yavaş yavaş kavramaktaydılar. İstanbul kendi haline bırakılmıştı, ancak ülke elbette ki, yönetimsiz kalamazdı. Bundan dolayı Sivas'tan, Heyet-i Temsiliye'nin şimdilik işleri yürütecek hükümet olarak çalışacağı duyuruldu. Heyet-i Temsiliye aslında tek başına Mustafa Kemal demekti; yanında bir denge öğesi olabilecek olan Rauf Bey, çoğu kez özel görevlerle ülkede dolaşmaktaydı; diğerlerinin ise hiçbir etkinliği yoktu. Bu durumda hemen hemen bir diktatörlüğü andırıyordu. Kötü Enver örneği gözler önünden gitmiyordu. Yoksa bu general de onun gibi olmak, sırf kendi iktidarı ve ünü için ülkeyi yeniden çılgınca bir maceraya sürüklemek mi istiyordu?
Kuşkusuz bir hükümet değişikliği istenebilirdi; fakat iktidarı bizzat üstlenmek ve padişahı bir kenara itmek, doğrusu bu kadarı fazlaydı. Her yandan kaygılı sesler yükseldi, Sivas'a protestolar yağdı. Kongrenin temel kararlarını hodbehot hiçe saymak demekti bu; yürütme kurulunun kendisini hükümet olarak adlandırmaya hakkı yoktu. İtilaf devletleri kalkıp bütün Anadolu'yu işgal ederse, o zaman ne olacaktı? Nerden para bulunacaktı da ordunun ve memurların aylığı ödenecekti? Erzurum'daki dürüst asker Kâzım Karabekir Paşa kapalı bir biçimde kaygılarını dile getirdi. Mustafa Kemal'e “Paşa” diye yazıyordu, “Sivas'tan gönderilen genelgeler ve bildiriler kâh Heyet-i Temsiliye adına, kâh sizin adınıza kaleme alınıyor. Bu sonuncusu İstanbul'la yapılacak yazışmalarda yerinde olur. İnanın ki, adınıza imzalanmış böyle bildiriler, sizi en çok sevenlerin ve sayanların indinde, içtenliğinden emin olabileceğiniz bir eleştiri konusu oluyor. Bu durumun doğurabileceği sonuçları ve olumsuz etkileri kuşkusuz siz de takdir edersiniz. Bu bakımdan sizden Heyet-i Temsiliyenin ve kongrenin kararlarının yalnızca komite adına imzalanmış olarak gönderilmesini özellikle rica ediyorum. Burada söz konusu olan sadece millî çıkardır. Elbette ki sizin şahsınızla hiçbir ilişkisi yoktur.”
İmzayla ilgili bu küçük istek seve seve yerine getirilebilirdi; ancak bu, yürütme kurulunun egemen oluşu ve ülkede iktidarı kullanışı olgusunda hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Böyle olmakla birlikte önder, bu yüzden hedeften sapmak zorunda kalmamak için, tempoyu biraz yavaşlatmak gereğini fark etmişti. Generalleri kendi safında tutmak için yasal hükümet kulisine şimdilik ihtiyaç vardı; generaller olmazsa, ordu olmaz ve kendisi de güçten yoksun bir asi durumuna düşerdi. Saltanat düşüncesine bağlı vicdanları rahatlatmak ve herhangi bir kuşkunun doğmasına yol açmamak için, başkentle olabildiğince kısa sürede yeniden uzlaşmak gerekiyordu; o zaman karşı taraftan yapılacak öneriler rahatça beklenebilirdi.
İstanbul ise ciddi bir bunalım içine düşmüştü. Adeta gövdesiz bir baş gibiydi; hükümdarı vardı, ülkesi yoktu; bir hükümeti vardı, hükümet edemiyordu. Devlet çarkı boşa dönmekteydi.
Padişah boş yere yardım arandı. Ordudan bir şey umamazdı, millicilik orduya bulaşmıştı bir kere. Ya işgal kuvvetleri? Açıkça beliren tehlike karşısında gözleri görmez mi olmuştu?
« 01 ... 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 ... 56 »