Ana Sayfa » Cumhuriyet Gazetesi Cuma Kitapları » Avrupa ile Asya Arasındaki Adam: Gazi Mustafa Kemal – III : 27
Üstelik Doğu'da durum bugünlerde hiç de iç açıcı görünmüyordu. Rusya'da bütün çabalara rağmen Bolşeviklerle başa çıkılamamıştı. General Denekin'in “Beyaz Ordu”su, bunca para harcanarak donatıldığı ve nice umutlarla yollandığı halde, pek feci şekilde perişan olmuştu. Sovyet iktidarı giderek daha çok sağlamlaşıyor ve yayılıyordu. İngiltere zengin petrol kaynakları bulunan Transkafkasya'dan vazgeçmek zorunda kalmıştı. Çarın devrilmesinden sonra, İngilizlerin çantada keklik sandıkları İran'a da Bolşevik dalgası bulaşacak gibi görünüyordu ve ilk direniş kıpırdanışları orada da başlamış bulunuyordu. Hindistan'a doğru gidilecek olursa Afganistan'da İngiliz himaye yönetimini kesinlikle kovmak isteyen yeni Kral Aman-Ullah'la adamakıllı bir savaşa tutuşulmuştu. Rus Sovyetleri bütün dünyaya kapitalist emperyalizme karşı İslâm dünyasının koruyucusu olduklarını ilân etmişlerdi. İstanbul'da da millicilerin önderi Mustafa Kemal'in İtilaf devletlerinin isteklerinden hiçbirini barışçı yoldan kabul etmeyeceklerini anladığından, Moskova'yla temasa geçtiği söylentisi dolaşıyordu. Bu arada hızla silahlanması da gözden kaçmamaktaydı.
İstanbul'daki yüksek komiserler kendi hükümetlerini tekrar ve tekrar uyarmışlar, bu tehditkâr hazırlıklara dikkatlerini çekmişlerdi. Başkent büyük bir örümcek ağının merkezi gibiydi, ülkenin dört bir yanına yayılmış ağından meydana gelen en hafif sarsıntılar bile burada duyuluyordu.
Fakat dünyanın patronları elbette her şeyi daha iyi bilirlerdi. Onlar hâlâ karşılarında viraneye dönmüş bir Osmanlı İmparatorluğu'nun kalıntısı olduğu sanısındaydılar; vatan toprağından fışkıran dipdiri, yepyeni gücün farkında değildiler.
Kemalist hareket mi? Türkiye'nin bir iç politika işiydi bu; alt tarafı Jön Türk hareketinin yeni bir atılımıydı. Böyle iç ayaklanmalar ise yenilgiye uğratılmış bütün ülkelerde görülmüştü. Bütün çırpınmalara ve öfkeli kaynaşmalara rağmen, yenilenler eninde sonunda galiplerin dikte ettireceği duruma boyun eğmişlerdi. Bunların da yapabilecekleri başka bir şey var mıydı? Başka bir şey olabilir miydi? İzmir'de Yunanlılara karşı sürdürülen çete savaşlarının ciddi bir önemi yoktu; böyle şeyler Yukarı Silezya'da da yaşanmıştı. Bunun dışında ortada gerçek anlamda bir silahlı güç yoktu. Türk ordusu hiç denilecek bir durumdaydı, kalıntıları da yoldan yoksun, demiryolundan yoksun ülkede sağa sola dağılmıştı. Şu generalin üç müttefik, aynı zafer kazanmış büyük devlete karşı en küçük bir girişimde bulunabileceğini düşünmek bile düpedüz saçmalamaktı. İstanbul'daki yüksek komiser baylar anlaşılan kendilerini Doğunun hayallerine kaptırmışlar, hayaletler görmekteydiler.
Barış, daha doğrusu ganimetin bölüşülmesi konusunda hâlâ bir karara varılamamıştı, daha bir süre varılacağa da benzemiyordu. Fakat dış görünüş bakımından da galiplerin cephesinin sağlamlığı hakkında en küçük bir şüphenin ortaya çıkmasına olanak verilmemeliydi.
8 Kasım 1919'da İngiltere Başbakanı Lloyd George, Guild Hall'de büyük bir söylev verip, kasıla kasıla bütün dünyaya Osmanlı İmparatorluğu'na kabul ettirilecek barış antlaşmasının ana ilkelerinde müttefiklerin tam bir görüş birliğine vardığını ilân etti. Görüş birliğine vardıkları, Rumların Ermenilerin ve Arapların oturduğu bütün bölgelerde kötü Türk yönetiminin sona erdirilmesiydi; Karadeniz ve Ege denizindeki limanların bütün milletlere açık bulundurulmasıydı; boğazlar ve limanlar gözetim altında bulundurulacaktı, özellikle boğazlar Prusya militarizminin emri üzerine, buraları müttefiklere kapatmaya kalkışmış bir hükümetin eline teslim edilemezdi.
Diplomat oldukları kadar iyi de adam sarrafı olan Türkler, bu esip gürlemeye pabuç bırakmadılar. Görüşü sorulan eski bir devlet adamı, müttefiklerin bir temsilcisine “İtilaf devletleri görüş birliğinde olduklarını, insanın gerçekten inanabileceğinden çok daha fazla bir gayretkeşlikle vurguluyorlar” demişti.
Ancak böylesine bir görüş birliği yine de, İngiltere ile Fransa'nın kısa bir süre önce, Doğudaki manda yönetimlerinin bölüşülmesiyle ilgili olarak yaptıkları anlaşmada görüşülmüştü. Buna göre Fransa'ya,
« 01 ... 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 ... 56 »