Ana Sayfa » Cumhuriyet Gazetesi Cuma Kitapları » Çankaya – II : 14
Üniversiteden Türkçü profesörler tasfiye edilmiştir. Ne acı şeydir ki bu tasfiye işinden kurtulmak için, Ziya Gökalp'ın en yakın çömezleri Damat Ferit hükümetlerine yaranmak yolunu bulmuşlardı.
Geçen mütareke tarihini yüzünden okursanız, İstanbul politikacılarının ikiye ayrıldığını görürsünüz: Vatanseverler, vatan hainleri!
Mesele o kadar sade değildir.
Acaba bazı tanınmış kimseler üzerinde bir deneme yapsam, işin içinden daha kolay çıkabilir miyim?
***
1917 yazının sıcak bir gününü hatırlıyorum. Yahya Kemal'le can sıkıntısından ne yapacağımızı düşünüyorduk. Arkadaşım:
- Ali Kemal'i tanır mısın? diye sordu.
- Hayır.
- Gel gidelim, tuhaf bir adamdır, dedi.
Servet-i Fünun devrindeki Hüseyin Cahit - Ali Kemal tartışmalarını okuduğumdan beri ismini bilirdim. O vakitler Hüseyin Cahit İstanbul'dan hiç çıkmamış tam bir Garplı, Ali Kemal ise İstanbul gazetelerine Paris'ten yazı gönderen alaca bir Şarklı idi. Biri genç nesle tenkit örneği vermek için Hyppolite Tain'in Balzac hakkındaki yazısını Türkçeye çevirirken, öteki Paris hayatına ait yazıları Arap şairi Mütenebbi'nin Arapça beyitleri ile donatırdı.
Bir gün “İkdam” gazetesinde Ali Kemal'in Elize Sarayı'nda Cumhurreisini ziyaret ettiğini hikâye eden bir Paris mektubu çıkıyor. Bu mektubun Figaro gazetesi muhabirinin yazısından kopya edilmiş olduğunu Hüseyin Cahit Servet-i Fünun'da teşhir eder. İki yazar ondan sonra galiba hiç barışmamıştır.
Ben erkenden Edebiyat-ı Cedide'ye bağlandığım için, Ali Kemal'den adını daha öğrendiğimiz zaman soğumuştum. 1908 Meşrutiyeti gelince Hüseyin Cahit “Tanin”i çıkardı ve memlekete Paris'ten hürriyet kahramanları arasında dönen Ali Kemal'e Abdülhamid'den aldığı paraları ne yaptığını soran bir fıkra neşretti. Cahit İttihatçıların gazetecisi idi. Ali Kemal, muhalefet safına geçti. İlk Meşrutiyet aylarında İttihatçılardan “hain” damgasını yedi, iç kargaşalıklar sırasında Avrupa'ya kaçarak idam edilmekten kendini kurtarabildi. Galiba Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın yardımı ile çok sonra İstanbul'a döndü ve köşesine çekildi.
Arkadaşımla beraber Fındıklı ve Cihangir taraflarında kısa bir yokuşu tırmandık. Ahşap bir evin ikinci katına çıktık. Ev sahibesi, bir eski devir müşirinin kızı, kibar ve sade, fakat Frenk terbiyesiyle yetişmiş İstanbul hanımlarındandı. Patiska entarisi ile bizi yalın ayak ve terlikli karşılayan Ali Kemal ile bize çay ikramına hazırlanan hanımı arasındaki aykırılık hâlâ gözümün önünden gitmez.
Harbin nasıl biteceğini görmemek için pek saf olmalıydı. Düşünürken aklı zorlayan büyük facianın bazı kimselerde sevince benzer bir duygu ile beklendiğini o gün Ali Kemal'den sezindim.
Arkadaşım, biz harbe girdiğimiz için Rusya'nın yıkıldığını, hiç olmazsa o beladan kurtulduğumuzu söyleyince, ev sahibi de bir fıkra anlattı: Berlin elçimizi bir hususi ava davet etmişler. Ormanda onu da bir kaya başına yatırmışlar. Kendi avlayacağı ayının hangi taraftan geleceğini de göstermişler. Elçi sapsarı kesilmiş. Gözünü yola dikmiş. Hem bekler, hem de içinden avın yolunu şaşırıp bir başka yana gitmesine dua edermiş. Derken koskoca bir ayı homurdanarak çıkagelmez mi? Bizim elçi sendelemiş, kayadan yuvarlanıp düşmüş. Fakat tesadüfe bakınız ki elindeki tüfek taşa çarparak ateş almış ve ayıyı
« 01 ... 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 ... 71 »