Ana Sayfa » Cumhuriyet Gazetesi Cuma Kitapları » Çankaya – II : 63
Sonra: “İttihatçılar beni ekmeğimden, mesleğimden ettiler, tramvay kondüktörlüğü yaptım” diye şikâyet etti.
Evde acele ile arandım. Cemal Paşa'nın mektubu elime geçti. Rahmetli komutan bu veda mektubunda bile kendisini görev başında sanıp “verdiğim talimatlar dairesinde hareket ederek” gibi, hele intikamcı bir Divan-ı Harp heyetinin önünde izah edilemeyecek sözler kullanmıştı. Mektubu ortadan kaldırdım. Subay geldi. Sözde şüphelendiği bir iki önemli kâğıt aldı, çıkıp Merkez Komutanlığına döndük. Akşama doğru beni Sultanahmet'te, meydan üstündeki eski hapishanenin tevkifhane kısmına götürüp bir koğuşa bıraktılar.
Koğuş tıka basa doluydu. Hava boğucu, yataklar tahtakurusu içinde, ilk geceyi daracık bir masa üstünde kâğıt falı açan dertlilerle geçirdim. Ben sanıyordum ki, hemen çağıracaklar, birkaç sual soracaklar, böylece bana bir gözdağı vermiş olacaklardı. Yakup Kadri'nin tutulup biraz sonra serbest kalmasından umutlanmıştım. Şimdi artık o devrin tarihe mal olmuş belgelerinden (1) çok sonraları öğrendiğime göre “şarkın huzur ve sükûnunu ihlâl etmek suçu ile behemehal idam edilmek üzere” yakalandığımı hatırıma bile getirebilir miydim? İngiliz casusu Arnavut Tahsin tarafından Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa'ya, onun tarafından da Divan-ı Harp Reisi Kürt Mustafa Paşa'ya havale olunan elli küsur kişilik liste içinde imişim. Bir haylimizi seçmişler, yakalamışlar, Sadrazam İzzet Paşa gibi bir iki kişiyi de bırakmışlar.
Ara sıra büyük dış kapıda parmaklık arkasından beni ziyarete gelenlerle görüşüyordum. Onların da bir şey bildiği yoktu. Doğrusu ziyaretçilerim de üç beş kişi idi. Hele siyasî hapse giren bir adamın birdenbire ne kadar yalnız kalacağını ilk defa öğreniyordum.
Yine çok sonra öğrendiğime göre Kuvay-ı Milliye tarafını tutanları tedhiş etmek için Kürt Mustafa ve arkadaşları bir hükûmet adamı ile bir gazeteciyi aradan çıkarmaya karar vermişler. Hükûmet adamı, eski vali ve Dahiliye Nazırı rahmetli Hâzım Bey, gazeteci de ben! Håzım Bey'in hıyaneti, 16 Mart günü Galata rıhtımına yanaşan zırhlıyı göstererek, vapur kamarasında bulunanlara:
- Sanki bu toplar İstanbul'a ne yapar? demekmiş. Tabiî buna bir sürü rivayetler de eklemiş olacaklar.
İlk defa öğleüstü ikimizi aldılar, Harbiye Nezaretine götürdüler. Niçin bu kadar çok süngülü ile götürüldüğümüzü bir türlü anlamıyordum. En tehlikeli eşkıyalar gibi muhafaza altında idik.
Sorguya çekilmek için doğrudan doğruya mahkeme karşısına çıktım. Mustafa Paşa, Akşam gazetesinde beni görmeye geldiği pırıl pırıl üniforması ile karşımda idi. Bana soracaklarını şöyle tertip etmiş: Anadolu'da halkın canına malına kıyan çeteler vardır. Ben Kuvay-ı Milliyecilik etmekle, bu çeteleri halkın canına malına kıymaya teşvik ediyormuşum. İşlenen cinayetlerini nasıl bilmezmişim?
Anadolu'da vatan müdafaasına uğraşanlardan başka hiç kimsenin taraflısı, kanunsuzlukları, cinayet ve zulümleri teşvik edecek bir adam olmadığını söyledim ve hep bu tema üzerinde durdum.
Bir aralık Suriye'den ne kadar servetle döndüğümü sordular. Ali Kemal, bir aralık, beni de Suriye'den çıkın çıkın altınlarla dönenler arasında saymıştı. İftirası o kadar gülünçtü ki cevap bile vermemiştim. Bu iftiranın zararını, sadece, iane istemek için benimle akrabalık, dostluk, mektep arkadaşlığı icat eden bir sürü kimse ile savuşturduğumu sanıyordum. Bir gazetecinin iftirası, şimdi, Divan-ı Harp'in yazılı suallerinden biri olarak karşıma çıkıyordu.
Sorgu sualden sonra sofada Hâzım Bey'le buluştuk. Bir arabaya binerek dönmek üzere izin almamız teklifinde bulundum:
- Hayır, yaya gidelim, millet mazlumlarını görmelidir, dedi.
İftar vakti idi. Beyazıt ve Divanyolu'ndan Ramazan kalabalığı taşıyor. Yalnız biz sıkışmıyoruz. Süngüler arasında iki kişi gören herkes başını çevirerek bir yana kaçıyor. İçimden, kendini göstermek için dimdik
« 01 ... 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 »