Ana Sayfa » Yolculamak » Benito Cereno : 04
Ümit Burnu açıklarında bir deniz kazasından kıl payı kurtulmuşlardı; sonra günlerce rüzgâr yüzü görmeksizin kendilerinden geçmişlerdi; erzakları azdı; hemen hemen hiç suları kalmamıştı; şu anda dudakları kavruluyordu.
Kaptan Delano, bir yandan anlatmaya hevesli ağızları dinlerken, bir yandan da görmeye hevesli bakışlarıyla bütün yüzleri ve çevresinde ne varsa her şeyi zihnine kaydetti.
Denizde, büyük ve kalabalık bir gemiye, özellikle de Hintli ya da Manilalılar gibi kolay kolay sınıflandırılamayacak tayfası olan yabancı bir gemiye ilk kez girmekle, yabancı sakinleri olan karadaki bir yabancı eve ilk giriş arasında daima bir farklılık vardır. Her ikisi de, ev de gemi de, biri duvarları ve kepenkleriyle, diğeri kale duvarları gibi yüksek küpeştesiyle, son ana dek iç kısımlarını gözden saklarlar, ancak buna ek olarak gemide şu vardır; içerdiği yaşayan görüntü ansızın tümüyle gözler önüne serildiğinde, kendisini çevreleyen uçsuz bucaksız okyanusla karşıt düşmesinden kaynaklanan büyüleyici bir etki yapar. Gemi gerçek dışı gibi görünür, bu yabancı giysiler, hareketler ve yüzler tümüyle taa derinlerden ortaya çıkıvermiş, adeta yansıttığı görüntünün hemen silinivermesi zorunlu, gölgelerden oluşmuş bir tablodur bu.
Belki de yukarıda tanımlanmaya çalışılan böylesine bir etkileşimle, ciddi bir incelemeden sonra Kaptan Delano'nun zihninde gördükleri yüceldi ve özellikle, kafaları kara, titrek söğüt tepelerini andıran ve aşağıdaki kargaşaya saygın bir tavırla ters düşerek, biri sancak tarafından griva palangasının üstünde, bir diğeri geminin yol yanında sfenks gibi uzanmış, geriye kalan çiftiyse ana demir zincirlerinin yukarısında, karşı yandaki küpeştenin dibinde yüz yüze vermiş olarak hemen göze çarpan kır saçlı, dört Zenci ona olağandışıymışlar gibi göründüler. Her birinin elinde, sabırla didikleyerek yanlarında küçük birer üsütüpü yığını haline getirdikleri hurda halat parçaları vardı. Elleriyle sürdürdükleri uğraşa, bir cenaze havası çalan bir sürü kır saçlı gaydacı gibi alçak ve tekdüze bir sesle söyledikleri ezgiyle eşlik ediyorlardı.
Fazlasıyla yüksek bir kasaranın üstündeki kıç güvertenin en uç kısmında tıpkı üstüpü didikleyenler gibi, aşağıdaki güruhun sekiz ayak kadar yukarısında, bacak bacak üstüne atarak düzgün aralıklarla tek sıra halinde oturmuş ve her biri temizleyip parlatan aşçı yamakları gibi ellerindeki paslanmış küçük baltaları birer tuğla ve birer paçavrayla temizleyen başka altı kara adam; her iki kişinin arasında da, paslı uçları ön tarafa çevrilmiş, benzeri bir işlemin yapılmasını bekleyen küçük bir baltalar yığını vardı. Dört üstüpü didikleyicinin ara sıra aşağıdaki güruhtan birine seslenmelerine karşın, tüm dikkatlerini yaptıkları işe vermiş olan altı balta parlatıcı, zaman zaman Zencilere özgü işle eğlenceyi birleştirme aşkıyla yan tarafa dönüp kaba saba gürültüler çıkartarak baltalarını tokuşturmanın dışında kendi aralarında bile ne konuşuyor, ne de fısıldaşıyorlardı. Çoğunluğun tersine bu altı adamda safkan Afrikalılara özgü işlenmemiş bir görünüm vardı.
Ancak genele göz atarken, bakışları bir an için daha az dikkat çeken bu on adama takılı kaldıktan sonra, seslerin yarattığı gürültüden dolayı sabrı taşarak, konuğun gözleri bu gemiyi yöneten kişi kim olabilir arayışı içinde çevrede dolaşmaya koyuldu.
Oysa kendi çileli umutsuzluğunun yanı sıra, sanki doğanın da sorunlarını göstermesine izin vermeye istekliymiş gibi, ya da o an için bundan alıkonmanın umutssuzluğu içindeki, çekingen bir beyefendi görünümlü, yakın zamanda yaşanmış uykusuzluk ve huzursuzlukların izlerini taşıyan tuhaf bir parlak giyim içinde, bir yabancının gözüne oldukça genç görünebilecek, anadireğe yaslanmış uysal uysal durmakta olan adam, bir an, coşkulu adamlarına kasvetli ve ruhsuz bakışlar fırlatıyor, bir an sonra da mutsuz bakışlarını konuğa yöneltiyordu. Yanında, tıpkı bir çoban köpeği gibi, keder ve sevecenliğin birbirine karıştığı kaba saba yüzünü ara ara sessizce İspanyol'a çeviren, ufak tefek bir siyahi duruyordu.
« 01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 ... 51 »