Ana Sayfa » Yolculamak » Bozkırda Bir Kral Lear : 47


BOZKIRDA BİR KRAL LEAR

İVAN TURGENYEV

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 85


Dönüşte kimi çiftlik sahipleri kendi budalalıklarına kızıyorlardı. Hepsi de homurdanıyor, başlarını sallıyorlardı. Biri, “Amma da cin fikirli kadın ha!” diyordu. Başka bir çiftlik sahibi sözlerinde daha az incelikli davranarak, “Yaman bir düzenbaz! Yatağı yumuşak yapar, ama üzerine yatmak zor olur,” diye homurdanıyor; bir üçüncüsü de, “Hem de ne pinti!” diyordu, “Bize yalnızca biraz havyarla, birer kadeh votka ikram etti. Olur şey değil!” O ana dek susan bir çiftlik sahibi, birdenbire, “Bu kadından ne beklenir?” dedi, “Kocasını zehirlediğini bütün dünya biliyor!”
Kimse, belki de hiçbir temeli olmayan bu suçlamaya kaşı çıkmaya gerek görmemişti, buna pek şaştım. Beni daha çok şaşırtan başka bir nokta da şuydu: Anna Martinovna için söylenen hoşa gitmeyen sözlere karşın, herkes, büyük çiftlik sahipleri bile ona biraz saygı duyuyordu. Hakem, biraz coşkuya kapıldı: “Onu tahta geçirin, bir Semiramis olur, ikinci bir Katerina olur. İşçilerinin boyun eğişi, örnek bir boyun eğiş; çocuklarının eğitimi, örnek bir eğitim! Ne zekâ, ne zekâ!”
Semiramis'le ikinci Katerina'yı bir yana bırakalım, ama Anna Martinovna'nın pek rahat bir yaşam sürdüğü kuşkusuzdu. Kendisinden, ailesinden, bütün yaşayışından hem bir gönül rahatlığı, hem de bir ruh sağlamlığı havası esiyordu. Bu mutluluğun ne kadarını hak etmişti? Bu da başka bir soru. Hem bu gibi sorular gençlikte ortaya atılır. İyi, kötü, dünyada olan her şey, insanın yaptığı işlere göre değil, bir takım bilinmez, ama gene de mantıklı yasalara göre oluyor. Ama bu yasaların ne olduğunu anlatmaya kalkışacak değilim. Yalnızca bana öyle geliyor ki, kimi zaman bu yasaları belirsiz bir biçimde duyar gibi oluyorum.
XXXI
Hakemden Evlampiya Martinovna'nın ne olduğunu sordum. “Bildiğime göre evden ayrıldıktan sonra, ondan hiçbir haber alınamadı; belki de çoktan beri göklerde yaşıyordur,” dedi. Hakemimiz böyle söyledi, ama ben Evlampiya'yı gördüğüme yüzde yüz eminim. Nasıl, ne zaman gördüğümü şimdi anlatacağım.
Anna Martinovna ile görüştükten aşağı yukarı dört yıl sonra Petersburg yakınlarında, orta halli insanların pek iyi bildiği Murino adlı küçük bir yazlıkta oturuyordum. Murino'da iyi avcılık yapılıyordu. Hemen her gün tüfeğimi alır, avlanmaya giderdim. Orta tabakadan Vikulov adlı bir arkadaşım vardı. Oldukça zeki, hoş bir çocuktu. Ama kendisinin de söylediği gibi yaşamda “pişmiş” bir adamdı. Neler yapmamıştı? Hiçbir şey onu şaşırtmıyordu. Bilmediği bir şey yoktu. Ama yalnızca avla şaraptan hoşlanıyordu. Bir kez Murino'ya dönerken, iki yolun kavşağında, yüksek bir duvarla çevrili, tek başına duran bir evin önünden geçiyorduk. Bu evi ilk kez görmüyordum. Her görüşümde bende bir merak uyanırdı. Burada gizemli, kapalı, iç karartıcı bir şey vardı; bir tutukevini, bir sayrıevini andırıyordu. Yoldan, yalnızca koyu bir renkle boyalı dimdik damı görünüyordu. Bütün duvarda bir tek kapısı vardı. Hiç açılmamasıya kapanmış gibi görünüyor, içerden hiçbir ses işitilmiyordu. Gene de, içinde insan yaşadığı belliydi. Çünkü evin bomboş bir görünümü yoktu. Tersine her şey o denli sağlam, o denli temelliydi ki, sanki bir saldırıya karşı koymaya hazırlanmış gibiydi. Arkadaşıma “Burası kale mi?” diye sordum. Vikulov, anlamlı anlamlı göz kırptı, “Garip bir yapı, değil mi? Buranın komiserine pek büyük bir gelir sağlıyor!” dedi.
- Nasıl iş bu?
- Nasıl mı? Böyle işte. Kendilerine İsa süsü verip papazsız yaşayanların bir tarikatı vardır. İşittiniz mi hiç?
- İşittim.
- İşte onların başanası burada oturur.
- Kadın mı?
- Evet kadın. Onların Meryemi.
- Ne diyorsunuz?
«   01   ...    37   38   39   40   41   42   43   44   45   46   47   48   »