Ana Sayfa » Yolculamak » Değirmenimden Mektuplar - I : 15
Bizim değirmenden köye inmek için, yolun yanısıra, içinde çitlembik ağaçları bulunan büyük bir avlunun sonunda yapılmış bir çiftlik yapısının önünden geçilir. Burası, kırmızı kiremitleri, gelişigüzel açılmış pencereleriyle; geniş ve koyu renkli önyüzü, sonra en üstte, ambarının fırıldağı, ürün demetlerini yukarı çıkarmaya yarayan çıkrığı ve dışarı fırlamış birkaç ot demetiyle, tam bir Provence çiftlik evidir.
Bu ev neden gözüme çarpmıştı? Neden bu kapalı kapı içimi sızlatmıştı? Nedenini söylemeyeceğim; ama, bu ev beni ürkütüyordu. Çevresinde yoğun bir sessizlik vardı… Önünden geçilince, köpekler havlamıyor, beçtavukları sessizce kaçışıyorlardı. Pencerelerdeki ak perdelerle, bacada duman da olmasa, evde kimsecikler yok diyecektim.
Dün öğle üzeri köyden dönüyordum. Güneşten kaçınmak için çitlembik ağaçlarının gölgesinde, çiftlik duvarı boyunca yürüyordum… Çiftliğin önündeki yol üstünde, yanaşmalar birbiriyle hiç konuşmadan, bir arabaya ot yüklüyorlardı… Büyük kapı açık kalmıştı. Geçerken içeriye şöyle bir göz attım ve avlunun dibinde, geniş bir taş masaya dirseklerini dayamış, başı elleri arasında, sırtında pek kısa bir ceket, pantolonu lime lime, uzun boylu, apak, yaşlı bir adam gördüm… Durakladım. Yanaşmalardan biri bana yavaşça:
- Aman sus!… dedi. Bizim ağa… Oğlunun ölümünden beri hep böyle…
Tam bu sırada karalar giyinmiş bir kadınla küçük bir oğlan çocuğu, ellerinde kocaman yaldızlı dua kitaplarıyla önümüzden geçip çiftliğe girdiler.
YanaÅŸma:
- Ağanın karısıyla küçük oğlu kiliseden dönüyorlar. Çocuğun kendi canına kıydığı günden beri, hep böyle giderler. Ah, efendim, üzüntüleri pek büyük!… Babası hâlâ ölen oğlunun giysisini giyiyor; bir türlü üzerinden çıkartamıyorlar… Haydi oğlum, deh!…
Araba şöyle bir sallanıp yola düzüldü. İşin aslını öğrenmek istediğim için, arabacıya beni de yanına almasını söyledim. Böylece arabada kuru otların üstünde, bu acıklı serüveni öğrendim.
***
Adı Jan'dı. Mert yüzlü, gürbüz, kız gibi uslu, yirmi yaşlarında babayiğit bir köylüydü. Çok yakışıklı olduğundan, bütün kadınların gözü ondaydı; ama onun gözünde yalnızca bir tek kadın vardı: Arles'da boğa güreşi alanında rasladığı, kadifeler, dantelalar içinde bir Arleslı kız. Başlangıçta bu ilişki, çiftlikte pek hoş görülmedi. Kıza oynak diyorlardı; anası babası da memleketten değildi. Ama Jan, ille de kızı isterim, diye tutturdu.
- Kızı bana vermezlerse ölürüm, diyordu.
Razı olmaktan başka yol kalmamıştı. Ekinin kaldırılmasından sonra düğün yapılmasına karar verdiler. Neyse, bir pazar akşamı, ailece çiftliğin avlusunda yemek yiyorlardı. Bu, sanki bir düğün yemeğiydi. Aslında nişanlı kız ortada yoktu ama, sürekli olarak onuruna içiliyordu. Yemeğin sonlarına doğru, adamın biri kapıya geldi ve titreyen bir sesle, Estève Ağa'yla yalnız olarak konuşmak istediğini söyledi.
Estève Ağa kalktı, dışarı, yolun üzerine çıktı. Adam:
- Ağa, oğlunuzu iki yıldır metresim olan bir aşifteyle evlendiriyorsunuz. Kanıtım da var; işte mektupları!… Kızın anası her şeyi biliyor. Onu bana vereceklerdi, ama oğlunuz peşine düşeliberi, artık ne onlar, ne de haspa beni istiyor… Ama aramızda olup bitenlerden sonra bir başkasına yar olamayacağını düşündüm de…
Estève Ağa, mektuplara bir göz attıktan sonra:
« 01 ... 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 ... 42 »