Ana Sayfa » Yolculamak » Değirmenimden Mektuplar - I : 19


DEĞİRMENİMDEN MEKTUPLAR - I

ALPHONSE DAUDET

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 116


- Aman Tanrım! dedi, ne de güzel katırınız var, saygıdeğer peder!… Bırakın da biraz seyredeyim… Aman papacığım, ne nefis katır!… Almanya İmparatorunda bile böylesi yoktur.
Sonra katırı okşamaya ve bir genç kıza söz söylüyormuş gibi ona tatlı tatlı diller dökmeye başladı:
- Gel bana elmasım, pırlantam, inci tanem…
İyi yürekli papacık, pek duygulandı ve içinden:
- Ne iyi çocuk!… Katırıma ne iyi davranıyor!… dedi.
Ertesi gün ne oldu, bilir misiniz? Tistet Védène, o parça parça olmuş sarı ceketini bir yana atıp sırtına dantelalı güzel bir giysi, mor ipekten kukuletalı bir pelerin giydi; ayaklarına da tokalı iskarpinlerini geçirdi ve kendisinden önce yalnızca soylu çocuklarıyla kardinal yeğenlerinin alındığı ilahi okuluna girdi. İşte dolap çevirmek diye buna derler! Ama Tistet bununla da kalmadı.
Bu çapkın, Papa'nın hizmetine girer girmez o kendisine pek yaramış olan oyununu sürdürdü. Herkese karşı burun bir karış, ama katıra karşı bir özen, bir yaltaklanma, sormayın! Her zaman sarayın avlularında, elinde bir avuç yulaf ya da bir demet yoncayla dolaşır ve kutsal kişinin balkonuna karşı elindekileri şöyle bir silkerek “Bak, bunlar kime?” der gibi tavırlar takınırdı. Bu ve buna benzer öyle numaralar yaptı ki, yaşlandığını duyumsayan papacık, sonunda ahıra bakma ve Fransız yöntemiyle hazırlanan şarap tayınını katıra götürme işini ona verdi. Bu da kardinallerin pek hoşuna gitmedi.
***
Hoş, aslında bu iş katırın da hoşuna gitmemişti ya!… Şimdi artık şarabın getirileceği saatlerde, her zaman beş altı ilahici çocuğun, pelerinleriyle, dantelalarıyla hemen samanın içine daldığını görüyordu. Sonra da bir süre geçince, ahırı sıcak ve nefis bir akide ve baharat kokusu dolduruyor ve Tistet Védène, elinde binbir özenle taşıdığı Fransız yöntemiyle hazırlanmış bir kase şarapla sökün ediyordu. İşte o zaman, zavallı hayvanın çilesi başlıyordu.
Öylesine sevdiği bu mis kokulu şarabı, içini ısıtan, sırtına kanatlar takan o güzelim şarabı, ta oraya, yemliğine kadar getirip kendisine koklatmak hainliği yapılıyor, sonra burun delikleri bu nefis kokuyla dolunca da, “Nah sana!” deniyor ve pembe alevli güzel içkinin tamamı, bu yumurcakların gırtlağına gidiyordu… Yalnızca şarabını çalmakla kalsalardı, neyse… Ama bütün bu küçük ilahici çetesi, şarabı çektiler mi ifrite dönüyorlardı!.. Biri kulağını, öbürü kuyruğunu çekiyor, Quiquet sırtına biniyor, Beluguet külahını başına geçiriyordu. Bu çapkınların hiçbiri, hayvancağızın şöyle bir kıç atmakla, bir çifte savuruvermekle, topunu birden, ta kutup yıldızına ya da daha da öteye gönderebileceğini aklına bile getirmiyordu. Ama ne yaparsınız! Serde papanın katırı olmak vardı… Çocuklar ne yaparsa yapsın, hiç aldırış etmiyordu; yalnızca Tistet Védène'e içerliyordu. Onu, arkasında dolaşır gördükçe, nalları kaşınıyordu. Hani bunda da yerden göğe dek haklıydı yani. Bu Tistet kopuğunun kırdığı koz bini aşmıştı; hele içince öyle hain buluşları vardı ki!…
Bir gün onu, ta sarayın tepesindeki çan kulesine çıkarmayı aklına koymasın mı?.. Hani şunu bilin ki, bu size söylediğim şey, masal değil, tam iki yüz bin Provencelı bunu gözüyle gördü. Bir kez zavallı katırın duyduğu o büyük korkuyu düşünün! Tam bir saat dolap beygiri gibi döne döne, karanlıkta bilmem kaç basamaklı kule merdiveninden tırmandıktan sonra, birdenbire ışık içinde pırıl pırıl sahanlığa çıkıveriyor ve tam bin ayak aşağıda acayip bir Avignon kenti görüyor: Çarşıdaki dükkânlar fındık büyüklüğünde, kışlalarının önündeki askerler birer kırmızı karınca gibi, ötede gümüş bir tel üzerine kurulmuş ve üstünde boyuna dans edilen minnacık bir köprü… Vah zavallı hayvan! Korkudan ödü patlayacak!… Bastığı naradan sarayın bütün camları zangır zangır titriyor.
Papacık can havliyle balkona fırlayarak:
«   01   ...    09   10   11   12   13   14   15   16   17   18   19   20   21   22   23   24   25   26   27   28   29   ...    42   »