Ana Sayfa » Yolculamak » Değirmenimden Mektuplar - I : 22
Védène, topluluğun ortasına gelip boy gösterince, boyu bosu ve güzel yüzü herkesi hayran bıraktı. Delikanlı, tam anlamıyla yakışıklı bir Provencelıydı, ama Provencelıların sarışınlarından… Uçları kıvır kıvır uzun saçları, sakal yerine, kap kacakları işleyen sanatçı babasının demir işleme kaleminden dökülmüş altın zerrelerinden yapılmışa benzeyen ayva tüyleri vardı. Halk arasında, Kraliçe Jeanne'ın kimileyin bu sarışın sakalı okşadığı konusunda bir söylenti bile dolaşmaktaydı. Nitekim, Védène cenaplarında da, kraliçelerce sevilmiş insanların o gururlu tavrı, o dalgın hali görülüyordu… O gün, kendi ulusuna bir güzellik olsun diye, Napoli kesimi giysisini çıkarmış, yerine Provence kesimi pembe şeritli bir ceket giymişti. Şapkasına da, uzun bir kara leylek tüyü takmıştı.
Hardalcıbaşı ortaya gelir gelmez, çevreyi pek kibar bir tavırla selamladı ve Papa'nın bulunduğu yüksekçe bir sahanlığa doğru ilerledi. Papa, hardalcıbaşılığın simgeleri olan sarı şimşirden bir kaşıkla safran renginde bir kaftanı kendisine orada verecekti. Katır, semeri vurulmuş, bağa yola çıkmaya hazır, merdivenin altında bekliyordu… Tistet Védène, katırın yanına gelince, tatlı tatlı gülümsedi ve bir an duraklayarak hem hayvanın sırtını okşadı, hem de yan gözle, acaba kendisini seyrediyor mu diye, Papa'ya baktı. Durum pek iyiydi. Katır şöyle bir gerindi ve:
- Al sana haydut! Sana bunu yedi yıldır saklıyordum! diyerek öyle korkunç bir çifte aşketti ki, dumanı ta Pampérigouste'dan göründü. Zavallı Tistet Védène'den artakalan tek şey, içinde bir kara leylek tüyünün döne döne uçtuğu bir sarışın duman kasırgası oldu!
Katır çiftesi her zaman böylesine korkunç değildir; ama bu katır, Papa'nın katırıydı. Sonra da, düşünün bir kez, çifteyi tam yedi yıl içinde saklamıştı… Din adamlarının kinciliğiyle ilgili bundan daha güzel bir örnek bulunamaz.
SANGUINAIRES DENİZ FENERİ
Dün gece uyuyamadım. Mistral öfkelenmişti; o gür sesinin çığlıkları beni sabaha dek uyutmadı. Bütün değirmen, rüzgâr esince, bir geminin yelkenleri ve ipleri gibi ıslık çalan kırık dökük kanatlarını ağır ağır sallayarak çatırdıyor; bozuk damından kiremitler savruluyordu. Uzakta, tepeyi kaplayan sık çamlar, karanlıkta çırpınıyor ve hışırdıyordu. İnsan, kendini açık denizde sanıyordu.
Bu, bana üç yıl önce, ta Korsika kıyılarında, Ajaccio körfezinin ağzındaki Sanguinaires deniz fenerinde otururken geçirdiğim o güzelim uykusuz geceleri anımsattı.
Orası da, düşleme dalmak ve yalnız kalmak için arayıp bulduğum güzel bir köşeydi.
Kırmızımtırak ve yabanıl görünümlü bir ada düşünün; bir ucunda deniz feneri, öbür ucunda Cenevizlerden kalma bir kule. Benim zamanımda bu kulede bir kartal oturuyordu. Aşağıda, deniz kıyısında, her yanını ot bürümüş olan bu yıkık karantina yapısı.. sonra çukurlar, sık fundalıklar, kocaman kayalar, birkaç yaban keçisi, yeleleri rüzgârda dalgalana dalgalana koşup duran Korsika atları.. ve yukarda, ta tepede, martıların kaynaşması içinde, bekçilerin bir aşağı bir yukarı gezindikleri apak sahanlığıyla, gotik biçimindeki yeşil kapısıyla, küçücük dökme kulesiyle ve üstünde güneş vurunca parlayan ve gündüzün bile ışık veren façetalı büyük lambasıyla fener yapısı… İşte dün gece, bizim çamların uğultusunu dinleyerek gözümde canlandırdığım Sanguinaires adası, böyle bir adaydı. Bizim değirmeni satın almadan önce, açık havaya ve yalnızlığa gereksinmem olunca, gidip bu sihirli adaya kapanırdım.
Orada ne mi yapardım?
Burada yaptığımı; hatta daha da azını… Mistral ya da tramontanın (*) çok esmediği zamanlar, martıların, karatavukların, kırlangıçların ortasında, deniz kıyısındaki iki kayanın arasına oturur ve orada, hemen hemen bütün gün denizi seyretmenin verdiği tatlı bir uyuşukluk içinde kalırdım. Ruhun bu nefis sarhoşluğunu siz de bilirsiniz, değil mi? Artık insan ne düşünür, ne de düşleme dalar. Bütün benliğiniz
« 01 ... 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 ... 42 »