Ana Sayfa » Yolculamak » Değirmenimden Mektuplar - I : 23


DEĞİRMENİMDEN MEKTUPLAR - I

ALPHONSE DAUDET

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 116


sizden uzaklaşır, uçup gider, dağılır. İnsan, kimileyin denize doğru dalan bir martı, kimileyin güneşte iki dalga arasında yüzen köpük olur. An gelir, şu uzaklaşan vapurun beyaz dumanı, şu küçük geminin kırmızı yelkeni, şu su kabarcığı, şu sis yumağı, kısacası kendisinden başka her şey olur… Bilseniz, adamda böyle ne güzel yarı uyku ve dağılma saatleri yaşardım!
Rüzgârın şiddetlendiği günlerde deniz kıyısı barınılmaz olunca, gider karantinanın avlusuna kapanırdım. Burası mis gibi biberiye ve yabanıl pelin kokan küçük ve iç kapayıcı bir avluydu. İşte orada, eski bir duvar parçasının altına sığınırdım.
Çevremde, eskil gömütler gibi açık taş hücrelerin içinde ıssızlık ve üzüncün güneşle birlikte dalgalanan o belirsiz kokusu yavaş yavaş içime sinerdi. Zaman zaman bir kapı açılır gibi olur ve otların üstünde hafif bir sıçrama duyulurdu: Bir keçi rüzgârdan kaçarak avluda otlamaya gelirdi. Beni görünce şaşırır ve çevik, başı yukarıda, bana çocuk gözleriyle bakarak, önümde dimdik kalırdı.
Saat beş sularında bekçiler, sesbüyütenle beni akşam yemeğine çağırırlardı. O zaman ben de, denizden yukarı doğru, fundalıklar arasından dimdik tırmanan keçi yolunu tutturur ve her adımda, başımı ben çıktıkça genişliyormuş duygusunu veren o ulu su ve ışık ufkuna çevirerek, yavaş yavaş fenere dönerdim.
***
Yukarısı pek hoştu! Geniş parke taşlarıyla, meşe kaplamalı duvarlarıyla, ortada dumanı tüten balık çorbasıyla (*) apak taraçaya ardına dek açılmış kapısıyla ve oradan içeriye giren bütün gün batımı renkleriyle o güzel yemek odasını hâlâ görür gibi oluyorum… Bekçiler sofraya oturmak için, beni orada beklerlerdi. Üç kişiydiler: Biri Marsilyalı, ötekiler Korsikalı. Üçü de ufak tefek, sakallı, aynı yağız ve çatlamış suratlar, keçi kılından aynı yağmurluk; ama davranışları ve huyları birbirine taban tabana karşıt…
Bu adamların yaşayışlarında, iki ırk arasındaki ayrım hemen görülüyordu. Marsilyalı diri ve becerikli, hep iş peşinde, hep kıpır kıpır, sabahtan akşama dek adada dört döner, bahçıvanlık eder, balık tutar, kuş yumurtası toplar, geçerken yakalayıp sütünü sağmak için keçilere fundalıklarda pusu kurar, ne balık çorbasını, ne de taratorunu eksik ederdi.
Korsikalılara gelince; onlar, fenerdeki işlerinden başka hiç ama hiçbir şeyle uğraşmazlar, kendilerini memur sayarlar ve bütün günlerini, mutfakta, o bitmek tükenmek bilmeyen “scopa” partileriyle geçirirlerdi. Ancak, sönen pipolarını ciddi bir tavırla yakmak, iri yeşil tütün yapraklarını avuçlarının içinde makasla kıymak üzere oyundan başlarını kaldırırlardı.
Ama, Marsilyalı da, Korsikalılar da senli benli, saf, içlerinden “Bu ne acayip adam!” demekle birlikte konuklarına karşı pek güler yüzlü, pek iyi insanlardı.
Doğrusu da bu ya! Keyif için gelip fenere kapanmak kimin aklına gelir? Belki de kendileri gibi günleri sayan, “Aman, sıramız gelse de evlerimize gitsek!” diye can atanların değil. Havalar iyi gittikçe, her ay bu mutluluğa kavuşurlar. Yönetmeliğe göre, bir ay fenerde, on gün de karada kalınıyor. Ama kış gelip de havalar bozulunca, yönetmelik para etmez. Rüzgâr eser, dalgalar kabarır, Sanguinaries adası köpükten apak kesilir ve nöbette bulunan bekçilerin, kimi zaman pek üzücü bir durumda, iki üç ay kapalı kaldıkları olur.
Yaşlı Bartoli, bir akşam yemeğinde bana şunları anlattı:
- Bakın, başıma neler geldi, mösyö. Beş yıl önce, bugünkü gibi bir kış gecesi, yine işte şu sofrada başıma neler geldi, bilseniz! O akşam fenerde iki kişiydik: Ben, bir de Tchéco adındaki arkadaşım. Ötekiler, hasta ya da izinli; kısacası karadaydılar… Biz ikimiz, rahat rahat yemeğimizi yiyorduk.
«   01   ...    13   14   15   16   17   18   19   20   21   22   23   24   25   26   27   28   29   30   31   32   33   ...    42   »