Ana Sayfa » Yolculamak » Değirmenimden Mektuplar - I : 26


DEĞİRMENİMDEN MEKTUPLAR - I

ALPHONSE DAUDET

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 116


Orada bir an diz çöküp kaldık. Reis, yüksek sesle dualar okuyordu. Mezarlığın tek bekçisi iri iri martılar, başımızın üstünde dönüp duruyor; boğuk çığlıkları denizin yakınmalarına karışıyordu.
Dua bitince, üzüntülü üzüntülü kayığımızın bağlı olduğu yere döndük. Biz mezarlıktayken tayfalar boş durmamışlardı. Bir kayanın dibinde, alev alev yanan büyük bir ateşle dumanı tüten bir tencere bulduk. Çevresine halka olup oturduk ve ayaklarımızı ateşe uzattık. Çok geçmeden, her birimize, içine ikişer dilim kara ekmek batırılmış birer çanak dolusu balık çorbası verildi. Kırmızı toprak çanaklarımızı dizlerimize dayayarak karnımızı doyurduk. Yemek sessiz geçti. Islanmıştık, karnımız acıkmıştı, sonra mezarlığa da pek yakındık… Ama yine de çanak boşalınca pipolar tüttürüldü ve hafiften konuşulmaya başlandı ve elbette Sémillante'dan söz açıldı.
Ben, başını ellerinin arasına almış, dalgın dalgın ateşe bakan reise:
- Peki ama, bu kaza nasıl oldu? diye sordum.
İyi yürekli Lionetti, derin derin içini çektikten sonra:
- Nasıl mı oldu? dedi. Yazık mösyö, bunu kimsecikler bilmiyor. Bütün bildiğimiz şu: Kırım'a gidecek askeri yüklenen Sémillante, kazadan bir gün önce, akşama doğru Toulon'dan kalkmış. Hava kötüymüş, geceleyin daha da kötülemiş. Bir yandan rüzgâr, bir yandan yağmur. Denizde görülmemiş bir fırtına… Sabah olunca, rüzgâr biraz kırılmış, ama deniz yine o deniz… Üstelik, Tanrı'nın belası bir sis… Öyle ki, dört adım ötedeki fenerler bile seçilemiyormuş. Ah bu sisler, mösyö, bilmezsiniz ne hain şeylerdir… Yine neyse, ama bence belki de öğleye doğru Sémillante'ın dümeni kopmuş olmalı. Çünkü ne denli sis olursa olsun, gemide bir sakatlık olmasaydı, kaptan onu buralarda kayaya vurup parçalatmazdı elbet. Aslında kaptan, hepimizin tanıdığı yaman bir gemiciydi. Korsika'da tam üç yıl liman başkanlığı yapmıştı. Bütün kıyıyı benim gibi iyi bilirdi. Ben ki bundan başka bir şey bilmem.
- Sémillante saat kaçta kazaya uğradı, dersiniz?
- Öğle zamanı olacak. Evet mösyö, tam öğle zamanı… Ama böyle bir siste öğle zamanının zifiri geceden pek farkı yoktur. Kıyı gümrükçülerinden biri bana şunları anlattı: O gün, saat on bir buçuk sularında pancurları bağlamak için kulübesinden dışarı çıkmış. Tam o sırada, rüzgâr başından kasketini uçurmuş. Adamcağız, dalgalara kapılıp öbür dünyayı boylama tehlikesini göze alarak, emekleye emekleye, kıyı boyunca koşmaya başlamış. Eh, mal canın yongasıdır. Bilirsiniz ki, gümrükçüler zengin değildir, kasketlerse pahalı. Neyse, anlattığına göre, bir an başını kaldırınca tam yanıbaşında, sisler içinde, Lavezzi adaları yönüne yollanan, yelkenleri inik, kocaman bir gemi görmüş. Bu gemi öyle hızlı yol alıyormuş ki, bizim gümrükçü iyice görmeye bile zaman bulamamış. Ama kuşkusuz, bu Sémillante'dı. Çünkü yarım saat sonra, adalarda çobanlık eden biri bu kayaların üzerinde… Hah, işte size söz ettiğim çoban da geldi. Gördüklerini size kendisi anlatsın. Merhaba, Palombo! Gel de ısın biraz. Korkma be canım!
Bir süreden beri bizim ateşin çevresinde dönüp dolaşan kukuletalı bir adam, korka korka yanımıza geldi. Adada çoban olup olmadığını bilmediğim için, kendisini tayfadan biri sanmıştım.
Bu cüzamlı ve hemen hemen akıldan yoksun, yaşlı biriydi. Bilmem hangi skorpit hastalığı yüzünden, dudakları korkunç bir biçimde büyümüş ve sarkmıştı. Kendisine bin bir zorlukla konuyu anlatabildik. O zaman bir parmağıyla hasta dudağını yukarıya kaldırarak, bize gerçekten o gün kulübesindeyken, öğleye doğru, kayalardan korkunç bir çatırtı duyduğunu anlattı. Bütün adayı su basmış olduğundan, hemen dışarıya çıkamamış, ancak ertesi gün kapısını açınca, bütün kıyı boyunun denizin attığı kalıntı ve cesetlerle dolu olduğunu görmüş, korkudan ödü kopmuş ve hemen Bonifacio'ya gidip halka haber vermek üzere sandalına koşmuş.

* * *

«   01   ...    16   17   18   19   20   21   22   23   24   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34   35   36   ...    42   »