Ana Sayfa » Yolculamak » Değirmenimden Mektuplar - I : 37
Ben de sesimi yükseltince, her ikisi birden, gülümseyerek bana teşekkür ediyorlardı. Gözlerimin içinde sevgili Mauricelerini arar gibi bana yaklaştıkça, solgun gülümseyişlerinde, ben de bu belirsiz, buğulu, sanki belirsiz düşlemi görür gibi oluyor ve arkadaşımın sanki uzaktan, çok uzaktan, sisler içinden bana gülümsediğini sanıyordum.
* * *
Yaşlı adam, birdenbire koltuğundan şöyle bir davrandı:
- Yahu, hiç düşünmedik Mamette, dedi, belki karnı açtır!
Mamette, telaş içinde, ellerini havaya kaldırarak:
- Karnı mı aç? Aman Tanrım!
Ben hâlâ Maurice'ten söz ediliyor sanmıştım ve az kalsın, bu melek gibi çocuğun her gün tam saat on ikide sofraya oturduğunu söyleyecektim. Ama Maurice'den değil, benden söz ediliyormuş. Doğrusu, karnımın aç olduğunu söylediğim zaman ortalıktaki telaşı görmeliydiniz!
- Haydi kızlar, sofrayı kurun! Ortadaki masaya yabanlık örtüyü yayın, çiçekli tabakları koyun. A öyle kıkır kıkır gülmeyelim, çabuk olalım…
Çocuklar sanırım çabuk oluyorlardı. Nitekim topu topu üç tabak kırmakla sofrayı kuruverdiler.
Mamette beni sofraya götürürken:
- Kısmetinize güzel yemekler var, diyordu, yalnız, tek başınıza kalacaksınız. Kusurumuza bakmayın, biz bugün erken yedik.
Ah bu yaşlı insanlar! Günün hangi saatinde sorsanız, hep “Biz erken yedik!” derler. Mamette'in nefis yemekleri iki parmak sütle biraz hurma ve bir de pastadan oluşuyordu; yani hem kendisine, hem de kanaryalarına en aşağı sekiz gün yetecek bir yemek! Ben de tuttum, tek başıma, bütün bu yiyeceklerin hakkından geldim. Çevremdekilerin nasıl bir tuhaf olduklarını görmeliydiniz! Küçük mavililer, birbirlerini dürterek fiskosa başladılar. Karşıdaki kafeslerinde kanaryaların “Adama bakın! Bütün pastayı yedi!” der gibi bir halleri vardı. Sahi, hemen hemen hiç ayrımına varmadan, içinde eski şeylerin kokusu dalgalanan bu aydınlık ve dingin odada çevremi seyrede ede, bütün pastayı yiyivermiştim. Özellikle iki küçük karyoladan gözlerimi ayıramaz olmuştum. Sanki bir çift beşiğe benzeyen bu karyolaları, sabah şafak sökerken henüz saçaklı büyük perdelerinin içinde yitmiş halleriyle gözümde canlandırıyordum. Saat üçü çalıyor. Bu, bütün yaşlı insanların uyandığı saattir.
- Mamette, uyuyor musun?
- Hayır, yavrum.
- Nasıl, Maurice iyi çocuktur, değil mi?
- Elbette, iyi çocuktur!
Yalnızca, yanyana kurulmuş bu iki küçük yaşlı insan karyolasını görmekle, böylece sürüp giden bütün bir söyleşiyi duyar gibi oluyordum…
Tam bu sırada, odanın öbür ucunda, dolabın önünde korkunç bir facia oluyordu. Sorun, ta yukarıda, en üst rafta on yıldan beri Maurice'i bekleyen bir kiraz likörü kavanozunu indirip onuruma açmaktı. Mamette'in bütün yalvarışlarına kulak asmayan yaşlı adam, kavanozu ille kendisi indirmek istiyor, karısının korkudan nerdeyse ödü patlarken, bir iskemlenin üstüne çıkmış, en yukarıdaki rafa yetişmeye çabalıyordu. Durumu düşünün: Yaşlı adam titreye titreye rafa uzanıyor, küçük mavililer iskemlesine
« 01 ... 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 »