Ana Sayfa » Yolculamak » Değirmenimden Mektuplar - I : 38
yapışmış, arkada Mamette, yürek çapıntıları içinde soluk soluğa ellerini uzatmış, sonra kaba bezden kocaman çamaşır istiflerinden sızan hafif bir bergamut kokusu… Ne hoş görünüm!
Sonunda, birçok çabalamadan sonra, dolaptan o likör kavanozu ve kavanozla birlikte Maurice'in çocukluğundan kalma, yamrı yumru olmuş gümüş bir kupa da çekilip indirilebildi. Kupayı ağzına dek kirazla doldurup bana sundular. Maurice, kirazı pek severmiş! Yaşlı adam kupayı doldururken, ağzının tadını bilen bir meraklı edasıyla:
- Kısmet sizinmiş, diyordu, afiyetle yiyin! Bunları karım hazırladı. Sanırım beğeneceksiniz.
Yazık! Karısı yapmıştı, ama şeker koymayı unutmuştu. Ne çare, insan yaşlanınca dalgın oluyor. Mametteciğimin kirazları berbattı ama, ben, hiç renk vermeden, hepsini yedim.
* * *
Yemek faslından sonra, ev sahiplerinden izin alıp gitmeye davrandım. “İyi çocuğun” sözü edilsin diye, beni bir türlü bırakmak istemiyorlardı. Ama, artık güneş de batmak üzereydi; değirmen de epey uzak. Bir an önce yola çıkmak gerekiyordu.
Yaşlı adam, benimle birlikte kalktı:
- Mamette, dedi, ceketimi getir de mösyöyü geçireyim!
Hiç kuşkusuz, Mamette beni alana dek götürecek zaman olmadığını, ortalığın iyice serinlediğini içinden geçiriyordu, ama hiç belli etmedi. Yalnızca, kocasına o güzel, sedef düğmeli, kahverengi ceketini giydirirken:
- Geç kalma, e mi? dediğini duydum.
O da çapkın bir edayla:
- Bilmem, dedi, belli olmaz, belki…
Bunun üzerine gülüşerek bakıştılar. Onların güldüğünü gören küçük mavililer de güldü; hatta kanaryalar bile köşelerinde kendilerine göre kahkahayı bastılar. Söz aramızda ama, likör kokusu hepsinin biraz başını döndürmüştü sanırım.
Büyükbabayla birlikte evden çıktığımızda ortalık kararıyordu. Küçük mavililerden biri, dönüşte ona yoldaşlık etmek için uzaktan bizi izliyordu; ama kendisinin bundan haberi yoktu; koluma girmiş, delikanlı gibi yürümekten öyle böbürleniyordu ki, Mamette, neşeyle kapının eşiğinden bu durumu seyrediyor ve bize bakarak, “Maşallah, bizim efendi ne de güzel yürüyor!” der gibi başını sallayıp duruyordu.
DÜZYAZI BİÇİMİNDE BALADLAR
Bu sabah kapıyı açınca gördüm ki, bizim değirmenin çevresi, halı gibi çepeçevre kırağı tutmuş. Otlar, cam gibi parıldıyor ve çıtırdıyor, bütün tepe tir tir titriyordu… Benim sevgili Provenceım, günü birliğine, kuzey ülkelerine dönmüştü. İşte size, salkım saçak buz tutmuş çam ağaçlarıyla billur demetler halinde açılmış lavanta kümeleri arasından, biraz Cermen fantezisine kaçan iki balad yazdım. Nasıl kaçmasın? Bir yandan kırağının beyaz kıvılcımlarıyla gözlerim kamaşıyor, bir yandan da Heinrich Heine'nin ülkesinden gelen leylek sürüleri geniş üçgenler halinde, “Soğuk!… Soğuk!…” diye haykırışarak Camargue'a doğru süzülüyordu.
I - VELİAHTIN ÖLÜMÜ
« 01 ... 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 »