Ana Sayfa » Yolculamak » Değirmenimden Mektuplar - I : 39
Küçük veliaht hasta, küçük veliaht ölecek… Krallığın bütün kiliselerinde, gece gündüz kutsal ekmek ve şarap dağıtılıyor ve çocuğun iyi olması için koca koca mumlar yanıyordu. Köhne başkentin sokakları üzüntü verici ve ıssızdı; çanlar çalınmaz olmuştu, arabalar yavaş yavaş, sessizce geçiyordu… Sarayın çevresinde kent halkından meraklılar, parmaklıklar arasından, avlularda birbirleriyle hararetli hararetli konuşan önleri sırmalı İsviçreli korumanları seyrediyorlardı.
Bütün şato, heyecan içindeydi. Mabeyinciler, teşrifatçılar, mermer merdivenlerden koşa koşa, bir inip bir çıkıyorlardı… Dehlizler, bir kümeden öbür kümeye giderek usulca haber soran ipek giysili pajlarla (*), nedimlerle doluydu… Geniş sahanlıklarda üzünçlü nedimeler, işlemeli güzel mendillerle gözyaşlarını sile sile, birbirlerine diz büküyorlardı.
Limonlukta bir alay cüppeli hekim toplanmıştı. Camlardan bunların uzun siyah yenlerini hoplata hoplata, büklüm büklüm perukalarını bilgiç edalarla salladıkları görülüyordu… Küçük veliahtın eğitmeniyle seyisbaşısı, kapının önünde dolaşarak, hekimlerin kararını bekliyorlardı. Aşçı yamakları, onları selamlamadan gelip gidiyorlardı. Seyisbaşı, boyuna sövüp duruyor, eğitmense, Horace'tan ezbere şiirler söylüyordu… Bu sırada, ta ötede, ahırların bulunduğu yerden acı bir kişneme duyuldu. Bu, küçük veliahtın doru küheylanıydı. Seyislerin unutuverdiği zavallı at, boş yemliğinin karşısında acı acı kişneyip duruyordu.
Ya kral? Haşmetlu kral hazretleri neredeydi acaba?.. Kral şatonun bir ucunda, tek başına bir odaya kapanmıştı… Yüce kişiler ağladıklarını kimseye göstermek istemezler… Kraliçeye gelince, o başka… Küçük veliahtın başucuna oturmuş, güzel yüzü gözyaşları içinde, herkesin karşısında, herhangi bir ana gibi, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Küçük veliaht, dantelalı yatağında, başını dayadığı yastıklardan daha beyaz kesilmiş, gözleri kapalı yatıyordu. Herkes uyuyor sanıyordu ama ne gezer; küçük veliaht uyumuyordu… Annesine döndü ve ağladığını görünce:
- Şevketmeap, dedi, niçin ağlıyorsunuz?.. Acaba sahiden öleceğim mi sanıyorsunuz?
Kraliçe yanıt vermek istedi, ama hıçkırıkları buna engel oldu.
- Böyle ağlamayın şevketmeap; benim veliaht olduğumu unutuyorsunuz. Hiç veliahtlar böyle ölüverirler mi?
Kraliçenin hıçkırıkları bir kat daha artıyor ve küçük veliaht korkmaya başlıyor.
- Hey! diye haykırıyor, ben ecelin gelip beni almasını istemiyorum. Göreceksiniz onu buraya sokmayacağım… Hemen güçlü kuvvetli kırk mızraklı gelsin de, yatağımın çevresinde nöbet beklesin! Pencerelerimizin altına yüz top dizilsin; gece gündüz, fitili yakıp ateşe hazır dursunlar. Artık ecel bize yaklaşmaya cesaret ederse, vay onun haline!..
Kraliçe, veliaht hazretlerini gücendirmemek için, bir işaret yaptı. Hemen avluda kocaman topların, yeri sarsa sarsa harekete geldiği duyuldu ve elde mızrak, kırk tane babayiğit asker gelip yatağın çevresine dizildi. Bunlar, bıyıklarına kır düşmüş, görmüş geçirmiş askerlerdi. Küçük veliaht, kendilerini görür görmez el çırptı. İçlerinden birini tanıdı ve:
- Lorraine, Lorraine! diye seslendi.
Asker, yatağa bir adım yaklaştı.
- Seni pek severim, Lorraineciğim… Şu kocaman kılıcını biraz göster bana… Ecel gelirse, öldürürsün onu, olmaz mı?
« 01 ... 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 »