Ana Sayfa » Yolculamak » Değirmenimden Mektuplar - II : 15


DEĞİRMENİMDEN MEKTUPLAR - II

ALPHONSE DAUDET

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 117


Hiç bir köşe bucak yoktur ki, onlara rastlanmasın. Mostralıkların aydınlık camekanında seçme ve süslüdürler; hapishanelerle hastanelerin kapılarında, bisküvi paketleriyle elma yığınlarına karışırlar; baloların, pazar günü tiyatro ve eğlence yerlerinin girişinde bulunurlar. O nefis kokuları, havagazı kokusuna, çalgı gürültüsüne, paradideki sıraların tozuna karışır. Artık o dereceye gelinir ki, portakal yetiştirmek için portakal ağacına gerek olduğu bile unutulur. Çünkü yemişi bize dosdoğru güneyden sandık sandık gelirken, budanmış, biçimi değişmiş, kılık değiştirmiş ağacı da, kışı geçirdiği sıcak limonluktan parkların açık havasına çıkarak şöyle bir görünür ve yine yiter.
Portakalın ne olduğunu hakkıyla bilmek için, onu yurdunda, Balear adalarında, Sardunya'da, Korsika'da, Cezayir'de, Akdeniz'in yaldızlı mavi havasında, ılık ikliminde görmeli. Şu anda Blidah'nın hemen yanıbaşındaki bir portakal bahçesini anımsıyorum. İşte portakalın güzelliği oradaydı. Koyu renkli, parlak, cilalı yaprakların arasından meyveler, renkli camlar gibi parıldıyor ve çevredeki havayı, parıl parıl çiçekleri çevreleyen o görkem aylasıyla yaldızlıyordu. Şurada burada, bahçenin seyrek yerlerinden, dalların arasından, kasabanın kale duvarları, bir caminin minaresi, bir türbenin kubbesi ve en üstte de, Atlas dağının, etekleri yemyeşil, yukarıya doğru dalga dalga, öbek öbek düşmüş parçalarla, tepesi beyaz bir kürke bürünmüş gibi karla örtülü dev kütlesi görünüyordu.
Oralarda bulunduğum sıralarda bir gece, otuz yıldan beri görülmemiş bilmem hangi olağanüstü durumun etkisiyle, gökyüzünün o karlı kış bölgesi gelip uykuya dalmış kasabanın üstünde bir silkindi ve Blidah, değişmiş, beyazlara bürünmüş olarak uykusundan uyandı. Bu pek hafif, pek saf Cezayir havasında kar, sedef tozuna benziyordu. Bu karda, bir beyaz tavusun tüylerindeki pırıltılar vardı. Hele portakal bahçesinin güzelliği!.. O sağlam yapraklar üstünde kar, parlak tepsiler üzerinde buzlu şerbetler gibi el değmemiş ve dimdik duruyordu; kırağıya bulanmış bütün yemişlerde olağanüstü bir tatlılık, saydam beyaz tüllere sarılmış altın külçelerinden geliyormuş gibi ürkek bir pırıltı vardı. Bu görünüm bana bir kilise törenini, danteladan cübbelerin altına giyilmiş kırmızı rahip giysilerini, mihrabın tenteneye sarılmış yaldızlarını anımsatır gibi oluyordu.
Ama bende portakallarla ilgili en güzel anı, Ajaccio çevresindeki Barbicaglia'dan, sıcaklar bastırınca öğle uykusu çekmeye gittiğim o büyük bahçeden kalmıştır. Orada Blidah'dakilerden daha seyrek dikilmiş, daha boylu portakal ağaçları, ta yola dek uzanıyordu. Bahçeyi yalnızca yeşil bir çitle bir hendek, yoldan ayırmaktaydı. Yolun hemen öbür yanı denizdi, uçsuz bucaksız, masmavi bir deniz… Bu bahçede ne hoş saatler geçirdim, bilseniz! Çiçek açmış ve meyve vermiş portakal ağaçları, başımın üstünde buram buram tüterdi. Ara sıra olgun bir portakal, birdenbire dalından koparak, sanki sıcaktan ağırlaşmış gibi yankısız, kof bir gürültüyle yanı başıma düşerdi. Şöyle elimi bir uzattım mı, tamam. Bunlar, içleri kan kırmızı, çok güzel portakallardı. Nasıl da lezzetliydiler; sonra ufuk nasıl da güzeldi. Yapraklar arasından, havanın buğusu içinde denizin kırık cam parçaları gibi göz kamaştıran mavilikleri görünürdü. Bir de, suların pek uzaklara dek havayı sarsan kımıldanışı, insanı kayıktaymış gibi sallayan o tekdüze fısıltı, sıcak, portakalların kokusu… Ah bilseniz, Barbicaglia bahçesi, uyumak için ne hoş yerdi!
Ama kimileyin uykumun en tatlı yerinde trampet gürültüsüyle sıçrayarak uyanırdım. Gürültüyü yapanlar, aşağıda, yolun üstünde eğitime gelen zavallı trampetçilerdi. Çitin aralıklarından trampetlerin bakır kasnaklarını, kırmızı pantolonların üzerine geçirilmiş uzun beyaz önlükleri görürdüm. Zavallılar, tozlu yolun acımadan yansıttığı göz kamaştırıcı ışıktan biraz olsun kaçınmak için, duvarın dibine, çitin daracık gölgesine sığınırlardı. Aman ne trampet çalıştı o. Kim bilir, susuzluktan nasıl da bağırları yanardı. O zaman kendimi uyuşukluktan zorla kurtarıp, yanıbaşımda yerlere sarkan o kırmızı altın rengindeki nefis yemişlerden birkaçını onlara fırlatmaktan zevk alırdım. Nişan aldığım trampetçi, portakal düşünce trampet çalmayı keserdi. Bir dakika duraklar, önünde hendeğe yuvarlanan nefis portakalın nereden geldiğini görmek için çevresine bir göz atardı; sonra, çabucak portakalı yakalar ve kabuğunu bile soymadan hemen dişlemeye başlardı.
«   01   ...    05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   18   19   20   21   22   23   24   25   ...    38   »