Ana Sayfa » Yolculamak » Değirmenimden Mektuplar - II : 30


DEĞİRMENİMDEN MEKTUPLAR - II

ALPHONSE DAUDET

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 117


Gündüzleri her şey yolunda gidiyordu. Saygıdeğer peder, oldukça sessiz oluyordu; ocaklarını, imbiklerini hazırlar, otları ayıklardı. Türlü türlü otlar, incesi, türlü renklisi, diş diş olanı, güneşle ve kokuyla kavrulmuşu, kısacası Provence'ın ne kadar otu varsa… Ama akşam olup da kaynatılan otların özü, kocaman bakır kazanlarında soğumaya bırakılınca adamcağızın çilesi de başlıyordu.
- …On yedi… On sekiz… On dokuz… Yirmi!…
Damlalar incecik cam borudan gümüş bir kadehe dökülüyordu. Hazret, bu yirmi damlayı, bir yudumda, hemen hemen hiç zevk almadan, dikiveriyordu. Dikiveriyordu ama gözü de yirmi birinci damlada kalıyordu. Ah şu yirmi birinci damla!… İşte o zaman, şeytana uymamak için laboratuvarının bir köşesinde diz çöküyor ve boyuna dualar okuyordu. Ancak henüz iyice soğumamış olan likörden mis kokulu hafif bir duman yükselip hazretin çevresinde gezinmeye başlayınca, bizimki ister istemez kazanların yanıbaşına dönüyordu… Likör, yaldız yaldız ve yemyeşil… Père Gaucher, burun kanatları açılmış, kazana eğilerek, cam borusuyla likörü yavaş yavaş karıştırıyor, zümrüt dalgalarının alıp sürüklediği o küçücük kıvılcımlı pullarda Bégon teyzenin kendisine bakarak gülen ve pırıl pırıl yanan gözlerini görür gibi oluyordu…
- Haydi canım, bir damla daha!
Bir damla, bir damla daha derken zavallının kadehi ağzına dek doluyordu. Kadeh dolunca da, dayanamayarak kendisini büyük bir koltuğa atıyor, gözler süzülmüş, kendinden geçmiş, tatlı bir vicdan acısı içinde:
- Ah kör olası! Ah kör olası! diye diye, yudum yudum günaha giriyordu.
İşin asıl kötü yanı, bu şeytan işi likörün kendisine, ne sihirdir ne keramet, Bégon teyzenin bütün o çirkin şarkılarını anımsatmasıydı: Şölen vermekten söz eden üç mahalle karısı… Ya da André Ağa'nın tek başına ormana giden çoban kızı ve sonunda o bildiğimiz “ak keşiş”: “Aman bu iş, canım bu iş”…
Sabah olup da hücre komşuları, kendisine alaylı alaylı:
- Maşallah Père Gaucher, dün gece yatarken yine keyfiniz yerindeydi! deyince, zavallı utancından yerin dibine geçiyordu.
O zaman gelsin gözyaşları, pişmanlıklar, perhizler, çileler. Ancak iksirin şeytanına karşı bunlar para etmiyordu ve her akşam, aynı saatte Père Gaucher'yi yine cin çarpıyordu.

* * *

Bu sırada manastıra sipariş yağıyordu. Tanrı razı olsun; Nimes'den, Aix'den, Avignon'dan, Marsilya'dan ısmarlayan ısmarlayana!… Manastır, günden güne bir fabrikaya dönüşüyordu. Keşişlerin bir kısmı ambalaj yapıyor, bir kısmı etiket yapıştırıyor, bir kısmı muhasebede çalışıyor, bir kısmı da arabacılık ediyordu. Bu gürültü patırtı arasında biraz tapınmanın hakkı da yenmiyor değildi ama, bundan güvenin, halkın bir şey yitirdiği yoktu…
İşte bir pazar sabahı, kesedar kurulda yıllık bilançosunu okur ve danışmanlar da kendisini tatlı tatlı dinlerken, bizim Père Gaucher:
- Bitti artık… Yapamam… Bana ineklerimi verin! diye bağırarak toplantı odasına damladı.
İşin aslını anlar gibi olan başkeşiş sordu:
- Ne oldu yine Père Gaucher?
«   01   ...    20   21   22   23   24   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34   35   36   37   38   »