Ana Sayfa » Yolculamak » Değirmenimden Mektuplar - II : 34


DEĞİRMENİMDEN MEKTUPLAR - II

ALPHONSE DAUDET

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 117


Tüfekler bir köşede, kocaman çizmeler karmakarışık atılmış, av çantaları boşalmış ve yanı sıra, hepsi de kana bulanmış kızıl, altın sarısı, yeşil, gümüş rengi tüy yumakları. Herkeste hayırlı bir yorgunluğun sersemliği vardır. Sofra kurulmuştur. Tadına doyulmaz bir yılan balığı çorbasının dumanları savrulunca herkes susar. Açık iştahların bu derin sessizliğini, yalnızca kapının önünde, çanaklarının içindekini yoklaya yoklaya yalayıp yutan köpeklerin yabanıl hırıltıları bozar…
Akşam yemeğinden sonra çok oturulmaz; daha şimdiden, göz kırpmaya başlayan ocağın karşısında korucuyla benden başka kimse kalmadı. Konuşuyoruz, daha doğrusu, köylülerin yaptığı gibi, arada sırada birbirimize yarım yamalak birer sözcük söylüyoruz. Yanıp kül olan asma dallarının son kıvılcımları gibi çabucak sönen, kısa, kızılderililerinki gibi kimi ünlemlerle anlaşıyoruz. Sonunda, korucu yerinden kalkıyor, fenerini yakıyor. Ben de onun geceye karışan okkalı adımlarını dinliyorum.
III
PUSUDA

Burada pusuya, umut diyorlar. Bu ad, pusuya yatmış avcının bekleyişine, gündüzle gece arasında her şeyin beklediği, umduğu, duraksadığı o kararsız saatlere nasıl da yakışıyor. Sabah pususu, güneşin doğmasından biraz önce, akşam pususuysa, alacakaranlıkla başlar. Ben, özellikle güneş ışığının küçücük göl sularında uzun süre kaldığı bu bataklık yörede, akşam pususunu yeğlerim… Bazan negochin denen omurgasız, daracık, en ufak bir devinişle yer değiştiren küçücük bir kayıkta pusuya yatılır. Avcı, sazların arkasına gizlenirken, kayığının içinden yaban ördeklerini gözetler. Dışarıya ancak bir kasket güneşliğiyle tüfeğin namlusu, bir de havayı koklaya koklaya sivrisinek kapan ya da kocaman ayaklarını uzatarak kayığı bir yana eğip suya gömen köpeğin başı çıkar. Bu pusu, benim gibi deneyimsizler için pek güç. Ben de çoğunlukla, tek parça meşinden kocaman çizmelerle bataklığın içinden bata çıka geçerek pusuya giderim. Çamura saplanmamak için yavaş yavaş, sakınarak yürürüm. Deniz kokusuyla, zıp zıp sıçrayan kurbağalarla dolu sazları aralayarak geçerim.
Sonunda karşıma beş on ılgın ağacıyla daracık bir kuru toprak çıkar. Ben de hemen oraya yerleşirim. Korucu, iyilik olsun diye bana köpeğini bırakmıştır. Uzun beyaz tüylü, iri bir Pyrénées köpeği. Avcılıkta ve balık tutmakta birincidir; yalnız şu var ki, yanımda oluşu, beni biraz sıkar doğrusu. Yakından bir su tavuğu geçmeyegörsün, sanatçı gibi bir edayla başını şöyle bir silkip gözlerinin üzerine sarkmış uzun ve gevşek kulaklarını geriye atarak bana öyle alaycı bir bakışı vardır ki. Sonra dikelir, kuyruğu titrer durur; bütün bu sabırsızlanma gösterisiyle bana:
- Ne duruyorsun? Tetiği çeksene! demek ister.
Tetiği çekerim ama vuramam. O zaman boylu boyunca yere uzanır, bitkin, umutsuz ve küstah bir tavırla esner ve gerinir.
Eh, ne yapalım, doğrusu hakkı da var. Attığını vuran avcılardan değilim. Bence pusu demek, havanın kararması, suya sığınan ışığın azalması, küçücük göllerin, kapanık gökyüzündeki koyu rengi açık gümüşe çevirerek parıldaması demektir. Ben o su kokusunu, böceklerin sazlara o gizemli sürtünmelerini, ürperen uzun yaprakların o hafif mırıltısını severim. Arasıra, gökyüzünden, öttürülen bir deniz kabuğunun hırıltısı gibi üzünçlü bir ses gelip geçer. Bu, balık avlamak için kocaman gagasını suyun dibine daldırıp püskürten balaban kuşudur: rrrruu! Başımın üzerinden balıkçıllar geçer… Serin havada tüylerin buruştuğunu, inceciklerinin birbirine karıştığını, güçsüz kalan o küçük ten kafesinin çatırdadığını bile duyarım. Sonra, her şey silinir. Sularda kalmış bir parçacık aydınlıkla, derin bir gece başlar.
«   01   ...    24   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34   35   36   37   38   »