Ana Sayfa » Yolculamak » Doğudaki Hayalet : 24
- Mezarı nerde, biliyor musun? diyorum yalnızca. Öyleyse, beni oraya götürürsün yarın. Ama kız kardeşi Eriknaz var, bu akşamdan tezi yok, ona gereksinmem olacak; nerde oturduğunu söyle bana, beni hemen onun evine götür, olur mu?
- Eriknaz mı? Ben de tutmuş kimden söz ediyorum! Ağabeyinden sonra onu da toprağa koymuşlar, o da ölmüş. Kızı Alemşah'a gelince, evlenip buralardan çok uzaklara gitmiş, Asya yakasında, İzmir taraflarında bir yere…
Bir el hareketi yapıyor Anaktar-Şiraz, toz silker gibi bir hareket, sanki bütün o insanların bittiğini, kökünden silindiğini, onlardan hiçbir şey kalmadığını daha iyi doğrulamak için.
Haydi bakalım koptu işte, bel bağladığım ipucu koptu, koptu ve yıllar öncesinde Eriknaz'la birlikte toprağa gömüldü. Benimle konuşan bu kadına gelince, Aziyade'yi ona sormak yararsız, onun varlığından bile haberi olmadı.
“İyi yürekli, hayırsever bir kadındır” derdi Ahmet, “ama gizlerimizi ona teslim edemeyiz, tutmasını beceremez”. Bütün planım yıkılıyor, gün sona eriyor ve ben ne yapacağımı bilmiyorum.
Şimdi o beni sorulara boğuyor, Anaktar-Şiraz, bu arada yumuşamış bayağı, çünkü acı çektiğimi anlıyor. Niçin on yıl ortadan kaybolmuşum, niçin Ahmet'in ölmesine yakın yazdığı mektupları bile yanıtlamamışım? Eriknaz'dan öğrenmek istediğim neymiş, tüm bunların altında hangi giz varmış?
Artık yanıtlayamıyorum, bunalım içindeyim, düşler içindeyim… Ama birdenbire Ahmet'in bir de ablası olduğunu anımsıyorum. Nasıl olmuşsa aklımdan çıkmış o. Sahiden bu kadın pek garipti, bir tür görünmezlik zırhına bürünmüş gibiydi. Yalnızca bir kez görmüştüm şöyle böyle, o da karanlıkta. Onların, Eriknaz'la Ahmet'in ablalarını nerdeyse hiç gördükleri yoktu, ondan söz ederken seslerini alçaltırlardı, ablaları çok yaşlıydı, daha o zaman yaşlı bir kadındı, ikisi de ona derin saygı beslerler, ondan çekinirlerdi ve kendisinden kısık sesle “anamız” diye söz ederlerdi. Aziyade'nin varlığından onun haberi vardı, oturduğu evi biliyordu ve Hatice'yi, o zenci kadını da iyi tanıyordu. Nasıl olup da bunu daha önce akıl etmediğimi gerçekten anlayamıyorum…
Titreyerek soruyorum:
- Yaşlı bir ablası vardı, onu anımsıyor musun?.. Tek başına otururdu, karşı tarafta Kâğıthane'ye doğru?
Tanrı'ya şükür anımsıyor ve bu yaşlı ablanın hâlâ hayatta, orda, aynı evde olduğunu sanıyor. Ama garip bir insanmış o, başına büyük yıkımlar gelmiş ve her şeyden uzak kendi köşesinde yaşıyormuş. Yedi yıldan beri, kardeşlerinin toprağa verilmesinden bu yana onu görmemiş.
- Ah, çabuk diyorum, beni oraya götür ne olur!
Çok geç oldu, güneş batmak üzere diye karşı çıkıyor, hastası onu bekliyormuş. Yarın olsa daha iyi değil miymiş? Çok uzakmış. Sonra bakalım bizi kabul eder miymiş, orası kesin değilmiş.
Beni götürmesi için yakarıyorum ona, yalvarıyorum, çünkü yoksul görünmesine karşın para önermeye cesaret edemiyorum. Yalvarıyorum ve bakışlarının yumuşadığını görüyorum. Ne yapalım, evet, madem öyle, bu akşam götürecekmiş beni. Bir koşu gidip baktığı hasta kadına haber verecek, geri gelecekmiş, sonra birlikte yola çıkarmışız.
Dikkat kesilen, merakı fazlasıyla artan Rum'u başımdan savıyorum, tek başıma kalıyorum, uzaklaşan yaşlı kadının siyah robunu göz ucuyla izliyorum.
« 01 ... 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 ... 44 »