Ana Sayfa » Yolculamak » Doğudaki Hayalet : 27


DOĞUDAKİ HAYALET

PIERRE LOTI

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 112


Gelinen son durağı işitmek için insana üzüntü veren bu saatte, bu hüzünlü eve gelmem gerekiyormuş meğer…
Biri ağlayan bu iki kadının arasında kaç saniye, kaç dakika konuşmadan oturup kaldım bilmiyorum…
Ahmet'in ablasının konukseverlik gereğini yerine getirmek için bana verdiği bir fincan kahveyi görünüşte hep aynı dinginlikle içiyorum. İçimde, düşüncelere ve anılara ait derin bölgelerde, düşte olduğu gibi bir karışıklık, bir çeşit göz aldatıcı bulanık görüntüler var: Uçurumlar içinde göçen şeyler gördüğümü sanıyorum; ayakta duran şeyler ardı ardına devriliyor, çöküyor, yok oluyor, gerçekdışı düşsel büyük gürültüler bu düşmelere eşlik ediyor, sonra sönüyor, her şey düştükten sonra kesiliyor, geride hiçbir şey kalmadığında yeniden sessizlik oluyor, içteki bu sessizlik dışarıdaki kadar tatsız…
Ahmet'in ablası Aziyade'nin nereye gömüldüğünü bilmiyor. Sorumu yinelediğimde soğukça bu yanıtı veriyor. Ama diyor arap Hatice hâlâ yaşıyor, o kesin biliyordur, ille öğrenmek istiyorsam, yarın gidip ona sorabilir hatta beni oraya götürmesini söyleyebilirmiş.
- “Yarın mı? Hayır, bu akşam, hemen!”- İç karartan o sessizlik anından sonra yine canlanıyorum, aynı zamanda geçen saatlerin tedirginliği geri geliyor.
Önce geri çeviriyor: Eski İstanbul'da, benimle, gece inerken, zenci kadının evine gitmek!.. Hayır diyor, mümkün değilmiş, cesaret edemezmiş.
Az önce ötekine yalvarmıştım, şimdi buna yalvarıyorum. Sırası gelince onun da yumuşadığını görüyorum. Ne yapalım, evet, gidecekmiş; ama yalnız gitmeyi yeğliyor; Hatice'nin evine gidip haber verecek ve buluşma yeri ayarlayacakmış; sonra yarın sabah tezden bir kayıkla gidip onu alacak, ben nereye istersem oraya getirecekmiş…
İşte sonunda yarın için kararlaştırdığımız plan: Sabah sekizde üçümüz de Haliç'in bu yakasında Haci Ali Alanı'nda buluşacağız; ben bir arabayla geleceğim. Ermeni kadınla zenci kadını bindireceğim ve her biri mezarlardan birine götürecek beni, bu arada Ahmet'in her zaman gölgede kalan ablası evine dönecek.
Ahmet'in ablası çıkmaya hazırlanırken ağzını aramaya çalışıyorum. Ama hemen hemen hiçbir şey bilmiyor; hep kendi köşesine çekilmiş yaşadığından Aziyade'nin ölümüne ilişkin kesin ayrıntılardan habersiz: “Yarın, tüm bunları Hatice bana anlatırmış yarın”. Ne zaman olduğuna gelince, tarihlerin Türkçe yazılı olduğu eski bir defteri açıp hâlâ az çok aydınlık olan bir pencere kafesine iyice yaklaşıyor: “Şimdi bakalım; Ahmet'in ölümünden önceki ilkyazın sonundaydı, hicri 1397 yılında. Öyleyse yedi yıldan birkaç ay fazla olmalı”. Cenazeyi akşam vakti nerdeyse gizlice götürdüklerini biliyor; ama - zaten kendisi de geçen yıl ölen - yaşlı efendisi Abeddin yine de bir mermer mezar yaptırmış. Hepsi bu kadar. “Gerisini Hatice yarın anlatırmış bana, yarın!”
Çıkmaya hazır şimdi; acınası robunun üstüne eski, siyah bir atkı almış, birlikte aşağı iniyoruz, o biz geçtikten sonra titizlikle kapıları sürgülüyor.
Şimdi daha da karanlık küçük sokaktan geçerek denize yöneliyoruz, orada birbirimizden ayrılacağız.
Ahmet'in ablası İstanbul'a geçmek için bir kayık tutuyor, yaşlı Ermeni kadın benim orda bekleyen kayığıma biniyor, yanıma oturuyor; geçerken onu Kasımpaşa'da indireceğim, artık geçirdiğim bu iç karartıcı gün sona erdiğinden Haliç'te yoluma yalnız devam edeceğim. Düşününce, Hatice'yle görüşmemin yarına kalmasını ve önceden hazırlanmasını yeğliyorum, çünkü o yaşlı kadınla yüzyüze gelmekten, onun hıncından, beni aşağılamasından korkuyorum… Dahası bin türlü öğüt vermek için, gri suların üstünde kayarak henüz uzaklaşan Ahmet'in ablasına sesleniyor, onun hafif kayığını tek elle tutuyorum: “Geri dönmemi askeri yolculukların engellediğini söylersin Hatice'ye, çıkılan seferlerin, uzak
«   01   ...    17   18   19   20   21   22   23   24   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34   35   36   37   ...    44   »