Ana Sayfa » Yolculamak » Doğudaki Hayalet : 28


DOĞUDAKİ HAYALET

PIERRE LOTI

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 112


yerlerdeki savaşların engellediğini, olur mu? Benim hatam değil bu. Aziyade Hanımı sevmeseydim, bu akşam burada olur muydum? Çok uzaklardan on yıl sonra onun yüzünden geri gelir miydim? Ona söylersin değil mi?…“ Sonra duruyorum, çünkü sesimin değiştiğini, kendimi toplamam gerektiğini duyumsuyorum, yoksa ağlayacağım çünkü. - “Söylerim Loti, bunları söylerim” diye yanıtlıyor; şimdi üzgün yüzünde tümüyle tatlı bir anlatım varmış gibi geliyor bana, sonra daha da koyulaşmış alacakaranlığın içinde kayıklarımız ayrılıyor.
Artık sona erdi bu iç karartıcı günüm! Çalkantılar, tedirginlikler, kaygılar, yalvarmalar bitti artık. Her şey bitti, on yıldır çözümü askıda kalan dram bitti…
Suyun üstünde hızla kayıyoruz; yanımdaki Ermeni kadın sessiz, siyah robu içinde dimdik duruyor. İçimde bir mezar sessizliği beliriyor; şimdi bu ülke, nice zamandır düşlediğim bu kent birdenbire dile sığmaz çekiciliğinden, sonsuz gizeminden sıyrılmış gibi, İstanbul boşmuş, ruhum boşmuş gibi geliyor bana, her şeyin sanki çöktüğünü duyumsuyorum ve bir daha dönmemek üzere en kısa zamanda Türkiye'den ayrılma isteğini duyuyorum.
Bir yere varmak için acele eden insanlar gibi küreklere asılmış hızla gidiyoruz. Bu acele neden? Bilmiyorum. Bizi sıkıştıran hiçbir şey yok şimdi, çünkü her şey bitti. Nereye gidiyoruz öyleyse? Ben de bilmiyorum. Yanımda oturan bu yaşlı kadın bana bir şey söyleyecek, gereksindiğim bu sessizliği bozacak diye korkuyorum, Aziyade hakkında, az önce kendisine açıklanan hiç beklemediği, onu şaşırtan şeyler hakkında bana sorular soracak diye korkuyorum; onun gözleriyle karşılaşmamak için başımı çeviriyorum ve insanı hayran bırakan alacakaranlık görünümüne görmeden bakıyorum: İstanbul durgun suda tersine dönmüş yansıyor, yan yana geçip giden binlerce kayık giysilerin, renklerin masalsı oyununu hafiften, ses çıkarmadan sergiliyor. Benim için yıllardır yitmiş gitmiş, şimdi büyülü bir düşteymişcesine yinelenen tüm bu şeyler artık bana hiçbir şey söylemiyor; havanın çok güzel, havanın tıpkı yaz gibi hâlâ yumuşak, ılık, gevşetici olması da…
Ağzını açmasa bile varlığı artık beni iyice rahatsız eden siyah giysili yaşlı kadını indirmek için Kasımpaşa iskelesinde duruyoruz sonunda: “Allahaısmarladık” diyor Anaktar Şiraz ayrılıp giderken, “Tanrı yardımcın olsun, mezarlar için yarın sabahtan buluşma yerinde ol”.
Üstümden iç karartıcı bir yük kalkmış gibi yola devam ediyorum, yine de göz ucuyla izliyorum onu, yok diye üzüleceğim nerdeyse, çünkü sevgili geçmişle benim aramda bir köprüydü o.
Okşanmak isteyen bir çocuk havasıyla kayıkçım çıplak kollarını gösteriyor bana, ağrımaya başladığını söylüyor: “Hep böyle hızlı gitmek zorunda mıyız?” - Sahi ya, hayır, ne anlamı var şimdi; bunu ona söylemeyi unuttum… Amacım yok artık, hiçbir yerde hiç kimse beni beklemiyor, bu büyük kentte beni tanıyan yalnızca ölüler var. Nereye gideceğimizin pek önemi yok şimdi. Şurda burda eski günlerden izler arayarak, özgür, yalnız başıma aylak dolaşmaktan başka yapacak hiçbir şey yok. Bunun üzerine “Aksine, çok yavaş git, nereye istersen oraya git” diye yanıtlıyorum onu, “kayığı suyun akıntısına bırak, kürekleri içeri al, dinlen, istersen kollarını kavuştur, türkü söyle…”
Az sonra nerdeyse kıpırdamadan duruyoruz, farkına varılmaz bir akıntı sürüklüyor bizi yalnızca; kayıkçı kollarını kavuşturmuş türkü söylüyor. Ender rastlanan bir hava var, çok tatlı, insanı şaşırtacak kadar tatlı; kayıkçının dertli, tiz perdeden türküsünü dinliyorum, az öncesine göre daha canlı, daha ilgili çevreme bakıyorum. Gerçekten yanımda vicdan azabı gibi duran siyah roblu zavallı yaşlı kadın gideli beri nasıl desem bilmem, hemen bir hafifleme duyumsamam beni şaşırtıyor, alt üst ediyor… Şimdi gitgide nerdeyse her zamanki görme tutkumla bakıyorum… Gece çökünce her şeyin görünüşü değişti; karada, gemilerde, her yönde sessizce kayıp giden kayıklarda fenerler yandı; hâlâ aydınlık gökyüzüne yansıyan kubbelerle, minarelerle işlenmiş bir oyma artık İstanbul yalnızca. Haliç'in ortasında suyun akış yönünü izliyoruz hep, her iki kıyıdan da az çok boğularak Doğu'ya özgü bir gürültü geliyor, yeryüzündeki
«   01   ...    18   19   20   21   22   23   24   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34   35   36   37   38   ...    44   »