Ana Sayfa » Yolculamak » Doğudaki Hayalet : 29
bütün gürültüler arasında hemen tanıyacağım, İstanbul'a özgü o gürültülerin belirsiz bir bütünü bu uğultu. Tıpkı eskisi gibi, nasıl olmuş da her şey aynı kalmış, nice geceler aylak aylak dolaştığım her iki kıyıdaki bütün o mahalleleri yeniden görmesem de gözümde canlandırıyorum; oralarda olup bitenleri, oralardaki gizli saklıları, ne pazarlıklar döndüğünü, ne şarkılar söylendiğini, hepsini tümüyle biliyorum. Öyle ki, sürelerin silikleşmiş geçmişine şu anki kadar daldığım yanılsamasına hiç kapılmamıştım, söyleyeceğim hiçbir şey sayfalar, ciltler doldursam da şu anda duyduğum içe işleyen adsız hüznü anlatamaz, mümkün değil…
Oysa hem benim içimde, hem benim için her şey nasıl farklı o pek genç olduğum dönemden bu yana! O zamanlar yoksuldum, kimse bilmezdi beni; yaşadığım düzensiz ve tehlikeli Türk hayatı her zaman bitebilirdi, hiç bir yerde desteğim yoktu, elçilikten bir yakınma ya da bir üstün buyruğu her an beni yok edebilirdi. O vakitler bir Türk giysisi, bir silah satın almak ya da yalnızca akşam yemeğini ayarlaması için Yahudi Salomon'u çevredeki küçük dükkânlara göndermek söz konusu olduğunda birkaç akçe yüzünden dara düşerdim. O zaman, bu akşam kıyılarda uğuldadığını işittiğim o yığınları, heves edip aralarına karıştığım o halk insanlarını hesaba katmam gerekiyordu; aralarında borç verenler, alacaklım olanlar, yarar gördüğüm dostlar, muhbirliklerinden ürktüğüm düşmanlar vardı. Şimdi olsa sırf kemerimdeki altınlarla on kez satın alırdım o küçük düşmanları, parayla sustururdum da onları. Ufkum genişledi artık, ölçüsüzce genişledi, eskiden kimsesiz bir çocuktum, onun yanında nerdeyse bir hükümdarım şimdi. Hani on yıl öncesinde olsa, burda onunla yaşarken yaşamımı şenlendirirdi tüm bunlar, ama kuşkusuz çok geç geçti hepsi elime, zaten pek aldırdığım yok; bir şey söndü içimde, benliğimden bir şey Türk toprağına girdi Aziyade'yle birlikte.
Çarpıcı görünüm değişmeyi sürdürüyor, gizemli kubbeler belirsizleşiyor, nerdeyse yarı saydamlaşıyor gecenin içinde, sayısız ışık var ve yukarıda yıldızlar parlıyor. Hava gittikçe tatlılaşıyor, hiç esinti yok, sanki yaz akşamı. Ölesiye uyuşukluktan iyice uyanmış her şeyi kavramak için büyümüş gözlerle bakıyorum. Çelişkilerle dolu olduğumu duyumsamak beni ürkütüyor: Zaman zaman bu küçük değerli anıya tümüyle bağlı, ruhumun derinliklerine kadar, sanki sonsuza değin sürecek bir kederle dolu oluyorum, (başka defalar da yaşadığım için, yazık, kısa süreceğini bildiğim) bu duyguyu, yeryüzünde her şeyin solduğu ve sona erdiği duygusunu duyuyor sonra, bir an sonra, kendimi hâlâ yaşam dolu, hâlâ genç, hâlâ aşka susamış bulmanın bir bakıma bencil zaferiyle yaşama geri dönüyorum ve tümüyle bu Doğu ülkesinin, bu ılık akşamın, geçmişteki o coşkuların, asla dikkate almamam gereken ne varsa hepsinin beni allak bullak etmesine kendime karşın izin veriyorum.
On yıl biz insanların pek kısa süren ömrü için gerçekten sonsuzca uzun bir süre!… On yıl süren ayrılık ve sessizlik sanki çukurlar açıyor anılarda, bir yıpranmışlık, tuhaf bir unutkanlık, bir karanlık başlangıcı getiriyor, birbirini en çok sevenler arasında bile… İnsanın bunu kendinde gözlemesiyse acı bir düş kırıklığı oluyor.
Gecenin geç saatlerinde İstanbul'daki büyük köprünün ayağına yanaşıyoruz ve ben yine Beyoğlu'na çıkıyorum, otele.
Dün Orient-Ekspres'te ya da Varna gemisinde tanıdığım turistlerle birlikte tabldot akşam yemeği yiyorum. Bir süre yine herkes gibi oluyorum ben de, sohbet ediyorum, belleğim uykuya dalıp, Hatice ile görüşmenin ve mezar ziyaretinin yarın sabahtan olduğunu pek anımsamayınca.
Ama hemen akşam yemeğinden sonra İstanbul'a gitmek için bir at istiyorum (insanın gece vakti İstanbul'a gitmesi, özellikle yalnız gitmesi, Avrupai otellerdeki insanlara her zaman saçma gelir). Bana gelince, yaşlı Abeddin'in evini, onun öldüğü, “cenazesini bir akşam nerdeyse gizlice götürdükleri” o evi karanlıkta da olsa bir daha görmek için İstanbul'a gidiyorum.
« 01 ... 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 ... 44 »