Ana Sayfa » Yolculamak » Doğudaki Hayalet : 30


DOĞUDAKİ HAYALET

PIERRE LOTI

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 112


Önce ışık, çığlık ve çalgıyla dolup taşan Galata sokaklarını tırısa kalkıp çabucak geçiyorum; ardından iki kenti birbirine bağlayan köprünün başında, karanlığın, görkemli sessizliğin başladığı noktada, geleneğe uyup, karşı kıyıda önümden gidecek bir fener çekenin taşıyacağı feneri yaktırmak için duruyorum ve az sonra köprüyü geçiyorum; işte artık uçsuz bucaksız İstanbul'un, karanlık, kapalı ve ölü kentin içine dalmış durumdayım. Gün boyu başka yerlerde olduğumdan İstanbul uzaktan gözüme ilişmişti yalnızca, on yıl sonra, İstanbul'a tıpkı tam ömrümde ilk kez bir bayram kutlaması sırasında geldiğim gibi gece varıyorum.
Gece karanlık, yıldızlar donuk. Gözlerim karanlığa alışıyor; karanlıkta görmeye başlıyorum, sanki buradan dün ayrılmışım gibi rahatça bu karmaşık sokaklarda tırısla giderken yönümü buluyor, yüksek, penceresiz duvarlar arasında önünden geçtiğim parmaklıkla çevrili eski sarayları, kandiller yanan türbeleri, solgun ve sessiz camilerin kat kat göğe yükselen kubbelerini hemen tanıyorum. Önüm sıra koşan, hoplayıp oynayan fenerimin güçsüz ışığı tüm yol boyunca yerdeki kahverengi kütleleri gösteriyor bana; uyuyan köpekler bunlar.
Epey hızlı gidiyorum, çünkü vakit geç ve yaşlı Abeddin'in evi uzakta.
Sonunda bir sokağın dönemecinde büyük, ıssız kenarları bir dizi kefen beyazı cansız küçük kubbeyle çevrili Mehmet Fatih Alanı önümde açılıyor. Hedefe varmak üzereyim, nerdeyse geldim sayılır. Alanı çaprazlamasına geçerken atımın nallarının döşeme taşlarında daha güçlü ses çıkardığını, her yanda üzgün yankılar uyandırdığını duyuyorum. Sonra yeniden dar bir sokağın karanlığından içeri dalıyorum, - işte orda, hemen yakında, ev karşımda belirecek, o eski ahşap ev, yüksek ve hüzünlü, koyu kırmızı boyalı, cumba pencerelerindeki kafesler sarı kelebeklerle, mavi lalelerle bezeli. Bu mahalleden hiç geçen olmaz, hiç kapı açılmaz, hiçbir yaşam gürültüsü çıkmaz, hiç ışık yanmaz. Oldukça yavaş gitmeye başladım, önümdeki fenerçekene feneri eski duvarlara, sımsıkı parmaklıklarla kaplı cumbaların altlarına tutturuyorum, oradan geçtiğimizde yanılmayayım diye. Ama birdenbire bir şey kalmıyor önümde; yıkıntı taşlarıyla, kararmış kalaslarla dolu sonsuz bir boşluk uzanıyor; atım yıkıntıların üstünde tökezliyor. Ateş yapmış bu işi; birkaç saat içinde mahalleler yakan buradaki büyük yangınlardan birinde her şey yok olmuş. “Geçen kış oldu bu” diyor önümdeki fenerçeken, bu yıkımı bana daha iyi göstermek için fenerini sağa sola sallayarak. Sokaktan iz bile kalmamış; üç ya da dört yüz metrelik bir alanda molozlardan başka hiçbir şey yok. Haydi bakalım, bitti artık, Aziyade'nin gözlerini kapadığı evi alevler yuttu… Bu yıkıntıların önünden geriye dönmek gerekiyor şimdi.
Atımı mahmuzlayıp, rasgele girdiğim bir yoldan, gecenin karanlığında oradan uzaklaşıyorum.
Bu yıkıntılar yığınını.. hayır, tahmin etmemiştim bunu; bu yıkım beklediğimden öte. Oysa bu karanlık mahalleye çok bağlıyım sanmıyordum; ama yüzyıllardır durduğuna göre, hiç değilse yaşadığım sürece kesinlikle öyle kalır diye düşünmüştüm, şimdi onun yaşadığı bu sokakta, ömrünün yarısını geçirdiği bu evin kafesli yüksek cumbaları altında hiç, bir daha hiç gelip dolanamayacağımı kendi kendime söyledikçe üzüntüm büsbütün artıyor.
Başımı almış giderken bir daha hiç bir şeye bakmıyorum artık, benliğimin derininde üzücü ve saltık, giderilmesi olanaksız, tatsız yalnızca sızlayan bir umutsuzluğun acısını çekiyorum. Onun acısı, onun için duyduğum pişmanlık ve yoğun iç acısı bunaltıcı bir yas örtüsü gibi üstümde; şu anda hiçbir şey çelemez artık aklımı bundan. Sonra dondurucu bir açıklıkla ortaya çıkan şu üzücü soru var: Yarın yapacaklarımın ne anlamı var? Onun mezarını ziyaret etmek çocuk kandırmak gibi değil mi? Ondan herhangi bir şey benim yalnızca geri geldiğimi bilecek mi, vaktiyle onun bedeni olan kalıntıların üstündeki toprağı öptüğümde biraz olsun bilincine varacak mı? Ne acılı, ne çare bulunmaz bir üzüntü bu, onunla bir daha hiç, hiçbir düşünceyi paylaşamamak! Zavallı küçük Aziyade, ona söylemesini bilmediğim, şimdi beni yakan ne çok şey var, yalnızca birkaç dakika için, son bir görüşme için onu bana geri verebilselerdi eğer, hemen söylerdim ona bunları, kendisini onun sandığından, hatta benim bile sandığımdan çok daha
«   01   ...    20   21   22   23   24   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34   35   36   37   38   39   40   ...    44   »