Ana Sayfa » Yolculamak » Doğudaki Hayalet : 32


DOĞUDAKİ HAYALET

PIERRE LOTI

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 112


Ayrıca görünüşe bakılırsa, İstanbul'daki kutsal ziyaretimin başlangıcından beri yolumun üstüne sanki istenildiğince serpiştirilmiş güçlüklere karşın, değişikliklere, yıkımlara, ölümlere karşın - ve zaman zaman dalıp gidince aklımın karışmasına karşın - görünüşe bakılırsa ardına düştüğüm sevgili küçük hayalete gitgide hep yaklaşıyorum ve ruhlarımızın birbirine kavuşması yakın gibi…
Başımı sokaktan ve karanlıktan yana çevirdim, çünkü gözlerim ansızın kararıyor, hiçbir şeyi seçemez oluyor. Ve bırakılanların döktüğü, onun da herhalde döktüğü korkunç acı iki damla gözyaşı yanaklarımdan süzülüyor.
Kahvemi ve nargilemi getiren küçük kahveci çırağı ağlamış olduğumu fark edip bana şaşkınlıkla bakıyor, sonra herhalde kendi kendine bu yabancının işleri beni ilgilendirmez diyor ve konuşmadan geri çekiliyor. Ölüm imgesi yaşlı çalgıcı tek başına, üstüne vuran yarı aydınlıkta düşteymişçesine çalıyor. Yerimde kalıyorum, acı çektiğim bu anı olabildiğince uzatmak istiyorum, çünkü on yıldan beri kendimi hiç burada, karanlığa boğulmuş şu sokağın yalnızlığında olduğu kadar, çevreyi kaplayan sessizliğin ve gecenin ortasında bir keman arkamda hafifçe inlerken olduğu kadar, onun yakınında duyumsamadım…
Bir saat sonra yeniden karşı kıyıya geçip yine Beyoğlu'na çıkınca otelin kapısında fenerçekeni ve atımı gönderiyorum. Ve düşüncemi değiştirerek odama dönmek yerine belki sabaha kadar rasgele dolaşmak için yaya olarak tek başıma yola düşüyorum yeniden. Burada geçireceğim kısa süreyi uykuda yitirmemeyi yeğliyorum.
Karanlık sokaklarda yalnız, özgür, amaçsız olmaktan beklenmedik eşsiz bir esriklik duyuyorum önce. Gecenin tatlılığı bir haziran gecesiymiş gibi sürüyor, hava İstanbul'un bütün kokularıyla dolu, bu semtlerde servi korularının balsamlı kokusu ağır basıyor…
Hasköy'e, sonra Eyüp'e taşınmadan önce yazın üç ay Beyoğlu'nun yukarı yerinde kalmıştım, penceremden insanı hayran bırakan uzaktaki İstanbul panoramasını seyrederdim: Geleceğine pek de inanmadan Aziyade'nin gelişini beklediğim zamanlardı, onu beklerken başkalarıyla gönül eğlendiriyordum. Aynı zamanda yaşamımın geçici bir dönemiydi bu, ne inancım ne de umudum kalmadığından yitik bir yürekle aşk denizine atlamıştım. Doğu'daki o yeni esriklik, göz kamaştıran yaz mevsimi, nice kara gözlerin çağrısı bu üç aylık bekleyişi altında sonsuz uçurumların hüznü yatan son derece kösnülü bir şeye dönüştürmüştü. Ah! Ne gecelerdi onlar, bu akşam yaptığım gibi başıboş dolaşırdım sokaklarda, ama hep yeni bir serüven peşinde koşardım, her adımda, karanlıkta tanıdığım her şeyde o gecelerin anıları nasıl da çıkıyor karşıma! Ve bu kokular, bu kokular da değişmemiş. Sonra çabucak yeniden alıştığım bütün o gürültüler: Uzakta havlayan sokak köpekleri, bekçilerin ucu demirli sopalarını çın çın öten kaldırım taşlarına vurarak işaret vermeleri, aşağıdan Galata'daki sefahat yuvalarından gelen belirsiz uğultu.
Şimdi yalnızca bir yanında evler bulunan bir sokağın merdivenlerini iniyorum, sokağın öbür yanı derin bir açıklığa bakıyor: Büyük Mezarlığa ve onunla birlikte ötelerde, soluk bir çizgi halindeki denize ve olağanüstü bir oyma işini andıran İstanbul'a.
Bu kaldırım taşlarını, bu basamakları çok özel bir biçimde tanıyormuşum gibi geliyor bana!
Aslında bu sokağın bir zamanlar benim oturduğum sokak, Beyoğlu'ndaki evimin işte şurası olduğunu nasıl görmemişim! Ne çok defalar bu eve uygunsuz saatlerde geri döndüm ben, sabahın pembe ilk ışıkları Asya kıyısından yükselirken! Geçmiş esrikliklerin elimde olmadan uyanan anıları gitgide belirginleşiyor, daha çok alt üst ediyorlar beni…
Sonra duvarla çevrili Küçük Mezarlığa varıyorum: Hoş kokan bir servi ormanı ve Müslümanların yattığı insana korku salmayacak kadar eski mezarlar. Eskiden sık sık gece yarılarında buradan içeri sızdığım,
«   01   ...    22   23   24   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34   35   36   37   38   39   40   41   42   ...    44   »