Ana Sayfa » Yolculamak » Doğudaki Hayalet : 41


DOĞUDAKİ HAYALET

PIERRE LOTI

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 112


- Öbürlerini… yaktım dedi… Yaktım onları! Beni, kovmuşlardı çünkü beni, anlıyorsun ya, mektupları götüremezdim ona, saklamaya da korkuyordum… “Yaktım” deyiş biçiminden onun bu mektuplara, sonuçta, uyduruk, uğursuz küçük şeyler, mutsuzluğun dolaylı nedenleri diye baktığını anlıyorum.
Aziyade'nin mektuplarına gelince, bana dördünü gönderdiğinden emin, ama bir fazlası bile söz konusu değil. Tahmin ettiğim gibi pekâlâ: İlk dört mektubu Aziyade yazmışa benziyordu, onun sevdiğim ufak tefek düşüncelerini, yabanıl çocuklardaki tuhaf düşüncelerin yapısını taşıyan o pek hoş düşüncelerini bulmuştum o mektuplarda. - Peki sonrakiler, hiçbir özelliği olmayan, Ahmet'in son yazdıkları gibi, o sıradan, tuhaf mektuplar bana kimden geliyordu? Hangi kaygı verici el yazmıştı onları ve hangi amaçla? Bu her zaman bir sır olarak kalacak, hem önemi yok ayrıca, çünkü şimdi, her şey bitti.
Cezasız kalan, uzayıp giden gizli sevişmelerimize yaşlı Abeddin'in birdenbire gözünü açan son günlerdeki sakınımsızlığımız olmuş - ardından sorguya çekilen, ya gözdağı, ya da sözler verilerek konuşturulan haremdeki öbür kadınların açıklamaları gelmiş.
Bununla birlikte kapı dışarı edilmemiş Aziyade, kötü de davranmamışlar ona, murdar bir şey gibi bir kıyıya itmişler yalnızca, kendisine düşman hizmetçilerden başka kimsenin girmediği dairesinde sürgün ve kapalı kalmış. Bir yılın sonunda bu karanlık evin kapısının kendisine kapandığını görmüş Hatice, dilekçeciyle, Beyoğlu'ndaki Fransız postanesiyle ilişkisi var diye kuşkulandıkları için. Ve işte o zaman tüm umutların bitmesiyle ölüme giden uzun çöküntü gerçekten başlamış.
Güzel, taze kanına bulaşıcı hiçbir hastalık geçmemiş çok genç bir insanın yalnızca umutsuzluktan öleceğini sanmıyorum ben, ona güneş, hava ve özgürlük bırakıldığı takdirde… Ama bir yere kapatıp yüzüstü bırakırlarsa…
- Biliyorsun diyor Hatice, odası yıldızdan tarafa (kuzeye) bakıyordu, çok soğuk olurdu orası.
Evet, evin hiç güneş değmeyen bir kolunda kalan o kalın kafesli pencereleri anımsıyorum; çok geç, ancak günbatımının ısıtmayan, kırmızı ışınlarının ulaştığı gizeme boğulu bu sokaktan geçerken gizlice bakardım o pencerelere. Bugün yangında yok olmuş, ölümün küçücük adımlarla gelip onu götürdüğü daireyi çok daha iyi gözümün önüne getiriyorum…
Sonra sürdürüyor Hatice: “Kışın hep orda kapalı kalınca hastalandı, odanın soğuğu yüzünden… Öteki kadınlar ona ilaçlar veriyorlardı… Anlıyorsun değil mi Loti, asıl bunu söylemek istiyordum sana: Beni kuşkulandıran ilaçlar veriyorlardı ona!…”
O karanlık haremde tüm bunlar olup biterken ben nerelerdeydim Tanrım?… Onu ordan çekip alarak biraz neşeyle, biraz güneşle kolayca kurtarmak mümkün olabilirdi!… Elimden bir şey gelmeden, bir şey bilmeden dünyanın kim bilir hangi köşesinde koşarken meğer sevgilim üzüntüden eriyor, bedeni gitgide güçten düşüyormuş, o mayıs akşamına kadar sürmüş bu, “ölüsünü nerdeyse gizlice götürdükleri…”
Öğrenmek istediğim daha birkaç ayrıntıyı büyük güçlükle veriyor bana, küçük çocuk iniltileri çıkararak ya da çığlık çığlığa - çünkü Hatice gitgide ne dediğini bilmez bir hale gelmiş, gitgide bitkin düşmüş durumda, bana gelince, son derece üzücü şeyler işitmekten, bunları nerdeyse şu cansız yaşlı maymun kafasından bir bir çekip çıkarmak için aklımı zorlamaktan ben de bitkin düşmüş durumdayım.
Fazlasını sormanın ürkütücülüğüyle daha çoğunu öğrenme isteği arasında duraksıyorum; sorulara her an son verebilirim, sonra bunun en son konuşma olduğunu anımsayıp daha kalıyorum: Bu, hâlâ şöyle böyle yaşayan bir kişiyle ondan son kez söz edişim olacak…
Haydi bakalım, sanırım yine de çektiği işkence yeterince sürdü - benim çektiğim de; ayrıca bilmek istediğim her şeyi aşağı yukarı biliyorum şimdi. Birazdan gideceğim…
«   01   ...    31   32   33   34   35   36   37   38   39   40   41   42   43   44   »