Ana Sayfa » Yolculamak » Dr. Jekyll ve Mr. Hyde : 48
Başka bir araç düşündüm; Lanyon aklıma geldi. Onu nasıl bulmalıydım; nasıl kandırmalıydım? Haydi diyelim ki sokakta yakayı ele vermekten kurtuldum, ya onun evine nasıl girecektim? Sevimsiz ve tanınmayan bir ziyaretçi olarak bu ünlü doktoru, meslektaşı olan Dr. Jekyll'ın çalışma odasını soymaya nasıl kandıracaktım? O zaman ilk kişiliğimden bana kalan tek özelliğimi anımsadım: el yazımı unutmamıştım. Bu parlak düşünceyi bir kez bulduktan sonra, izleyeceğim yol artık baştanbaşa aydınlanmıştı.
Bunun üzerine elimden geldiğince kendime çekidüzen verdim. Geçmekte olan bir faytona seslenerek Port Land Sokağı'nda adını nasılsa anımsadığım bir otele çekmesini söyledim. Üzerimdeki giysiler acınası bir yazgıyı gizlemelerine karşın, sanırım epeyce tuhaf görünüyor olmalıydı ki, arabacı beni daha görür görmez gülmekten kendini alamadı.
Ona iblisçe bir öfkeyle dişlerimi gıcırdattım. Onun adına çok şükür, ama benim için de bin şükür ki sırıtması siliniverdi; biraz daha gülseydi, onu oturduğu o arabacı yerinden bir anda deviriverecektim. Otele girerken çevreme öyle kötü kötü baktım ki, korkunç görünüşüm, hizmetçilerin tüylerini diken diken etti. Önümde birbirleriyle bakışamadılar bile; kuzu gibi ne dedimse yaptılar. Beni özel bir odaya aldılar, yazmak için de kâğıt kalem getirdiler. Ölüm tehlikesi geçiren Hyde, bana yepyeni bir yaratık gibi göründü; aşırı bir öfkeyle sarsılıyordu; elinden bir cinayet çıkacak denli sinirleri gerilmişti, işkence etmeye can atıyordu. Ama yine de kendini yönetmesini bilen bir yaratıktı; büyük bir istenç gücüyle öfkesini yendi ve biri Lanyon'a, öteki de Poole'a olmak üzere iki önemli mektup yazdı. Gönderilmesini güvenceye almak için, mektupların postaya taahhütlü olarak verilmesini istedi.
Ondan sonra bütün gününü bu özel odadaki ocağın başında, tırnaklarını kemirerek geçirdi, yemeğini orada yedi. Kaygılarıyla baş başaydı. Karşısındaki garson korkusundan titriyordu. Sonra, karanlık basınca kapalı bir kupa arabasının bir köşesine büzülerek kent sokaklarında bir aşağı bir yukarı dolaştı. Ondan “o” diye söz ediyorum, “ben” diyemiyorum. O cehennemlik yaratığın insan denecek bir yanı yoktu çünkü. Onda kin ve nefretten başka hiçbir şey yaşamıyordu. En sonunda arabacının kuşkulanmaya başladığını anlayınca arabadan indi. Vücuduna hiç oturmayan giysisiyle yaya yürümeyi göze aldı. Öteki gece yolcuları arasında görülecek bir şeydi. O iki alçak tutku, ruhunda bir fırtına koparıyordu. Hızlı hızlı yürüdü. Korku ve heyecan içinde kendi kendine söyleniyordu. Issız yollara saparak saklanıyor, gece yarısına kaç dakika kaldığını hesaplıyordu. Bir kezinde kendisine bir kadın yaklaştı; bir kutu kibrit satmak istedi. Ama yüzüne okkalı bir tokat yiyince kaçmak zorunda kaldı.
Lanyon'ın evinde kendime geldiğimde, eski dostumun dehşeti, beni sanırım biraz etkiledi; ama bundan emin değilim. Belki de geçirdiğim o saatleri bir kez daha düşünürken duyduğum nefretin yanında bu etki, enginlerde bir damla su gibi kalıyordu. Bana bir değişiklik gelmişti. Artık darağacından korkmuyordum. Artık bana işkence eden şey, Hyde kalmak korkusuydu. Lanyon'ın suçlamasını düşteymiş gibi dinledim. Yine düşteymişim gibi evime geldim, yatağıma yattım. Yirmi dört saat uyanmamacasına derin derin uyudum; hem öyle ki, uykumu dehşet verici karabasanlar bile bölemedi. Ertesi sabah bitkin, güçsüz, sarsılmış, ama dinlenmiş bir durumda uyandım. Hâlâ içimde uyuyan hayvanı düşünüyor, ondan korkuyor ve nefret ediyordum. Bir gün önce atlattığım o korkunç tehlikeyi de unutmamıştım. Bununla birlikte, bir kez daha kendi evimde ve ilaçlarımın başında bulunuyordum. Bu kurtuluştan duyduğum hoşnutluk, umudun verdiği ışık kadar aydınlıktı.
« 01 ... 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 »