Ana Sayfa » Yolculamak » Erzurum Yolculuğu & Byelkin'in Öyküleri : 07


ERZURUM YOLCULUĞU & BYELKİN'İN ÖYKÜLERİ

ALEKSANDR PUŞKİN

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 50


Burada “Kafkas Tutsağı”nın (9) kirlenmiş, yıpranmış bir kopyası geçti elime. Onu büyük bir zevkle okuduğumu gizlemeyeceğim. Eksikleri olan bir şiir bu. Acemice yazılmış. Fakat şair birçok şeyin farkına varmış ve içtenlikle yazmış bunları.
Ertesi sabah yola koyulduk. Türk tutsaklar yol yapımında çalışıyorlardı. Yiyeceklerden yakındılar. Kara Rus ekmeğine alışamıyorlarmış. Bana, dostum Şeremetev'in Paris dönüşü söylediği sözü anımsattı bu:
“Paris yaşanacak yer değil arkadaş. Yiyecek bir şey yok. Kara ekmek bulamıyorsun!”
Lars'tan yedi verst ötede Daryal Karakolu var. Geçit de aynı adı taşıyor. Birbirine koşut iki kaya duvarının arasından geçiyor gibiyiz. Çok dar bir geçit bu. Bir gezginin yazdığı gibi, görmekle kalmıyor, içinde de duyuyorsun bunu. Başımızın üstünde bir gök parçası, mavi bir şerit gibi uzayıp gidiyor. Dağlardan kopup gelen küçük derecikler. Ganymede'in Kaçırılması'nı, Rembrant'ın tuhaf tablosunu anımsattı bana. Geçit tam Rembrant'ın zevkine göre aydınlatılmıştı zaten.
Terek kimi yerlerde kayaların dibini kemirmiş; kopup yuvarlanan taşlar yer yer yolu tıkamışlar. Karakolun yakınlarında, ırmağın üzerine küçük gözüpek bir köprü kurulmuş. İnsan onun üstünde kendini değirmende sanıyor. Köprü sallanıyor; Terek de değirmen taşlarını döndüren bir çark gibi uğulduyor.
Geçitin tam karşısında, yalçın kayaların üzerinde bir kale yıkıntısı görülüyordu. Söylenceye göre, geçite adını veren Kraliçe Darya saklanıyormuş bu kalede. Masal işte. Darya, eski Farsça'da kapı demektir. Pline'e göre, yanlış olarak Hazer kapıları diye adlandırılan Kafkas kapıları buradaymış. Geçit o zamanlar demir kirişli, ağaç kapılarla kapalıymış gerçekten de. Pline, bu kapıların arkasında Driodoris ırmağının aktığını söylüyor. Barbarların saldırısına karşı koymak için bir de kale kurulmuş burada; vs. Kont İ. Pototski'nin gezi notlarına bir göz atın. İspanyol romanları kadar ilgi çekici bulacaksınız.
Daryal'dan Kazbek'e doğru hareket ettik. Troitski Kapıları'nı gördük burada. (Barutla patlatılarak kayalarda oluşturulan bir kemer). Bir zamanlar altından bir yol geçiyormuş. Yatağını sık sık değiştirerek Terek akıyor şimdi. Kazbek'e varmadan Azgın Dere'nin yakınından geçtik. Şiddetli yağmurlar yağınca korkunç seller geliyormuş bu çukurdan. Biz geçerken kupkuruydu. Azgınlığı adındaydı sadece.
Kazbek köyü Kazbek Dağı'nın eteğindedir ve Prens Kazbek'in malıdır. Prens kırk beş yaşlarında bir adam. Boyu, Sezar dönemi fligelmanlarından da (10) uzun. Duhan'da bulduk kendisini. (Gürcü meyhanelerine duhan deniyor. Bizim Rus meyhanelerinden daha köhne, daha pasaklı yerler.) Duvarda göbekli, dört ayağını açmış, (öküz derisinden) bir tulum asılıydı. Bizim dev, tulumdan cihir (11) çekerek birkaç soru sordu bana. Unvanına ve kalıbına uygun bir saygıyla karşılık verdim. Çok dostça ayrıldı.
İnsan kısa zamanda alışıyor çevreye. Yirmi dört saat geçmeden, Terek'in uğultusu, tuhaf çağlayanları, kayalar ve uçurumlar ilgimi çekmez olmuştu artık. Bir an önce Tiflis'e varmak arzusuyla içim içime sığmıyordu. Bir zamanlar Çakırdağ yakınından da aynı umursamazlıkla geçmiştim. Fakat hava yağmurlu ve sisli olduğu için, şairin ufkun dayanağı dediği karlı Kazbek yamaçlarını da göremiyordum doğrusu.
İranlı bir prens bekliyordu. Kazbek'in biraz ötesinde karşımıza çıkan birkaç kaleska zaten dar olan yolu tıkamıştı. Arabalar geçeceği sırada kafile subayı, İranlı bir saray şairini götürdüğünü söyledi ve isteğim üzerine beni Fazıl Han'la tanıştırdı. Çevirmen yardımıyla, tumturaklı bir Doğulu tavrıyla söze başlamıştım ki; Fazıl Han benim saçma sapan sözlerime akıllı uslu karşılıklar verince ne kadar utandım! Beni Petersburg'da yeniden göreceğini umuyor, görüşmemizin kısalığından hayıflanıyordu vs. Kızarıp bozardım. Şakacı-tumturaklı konuşma tarzını bırakarak normal bir Batılı gibi konuşmak zorunda kaldım.
«   01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   ...    72   »