Ana Sayfa » Yolculamak » Erzurum Yolculuğu & Byelkin'in Öyküleri : 31
dağıtımını sürdürüyordu. Sabrı tükenen subay silgiyi aldı, kendisine boşu boşuna yazılmış gibi görünen rakamları sildi. Silvio tebeşiri aldı, yeniden yazdı. Şarapla, oyunla, arkadaşların kahkahalarıyla kızışan subay kendini ağır bir hakarete uğramış sayarak azgın bir öfkeye kapıldı, masanın üzerindeki bakır şamdanı kaptığı gibi Silvio'nun başına fırlattı. Silvio yana kaçılarak vuruştan ancak kurtulabildi. Hepimizin canı sıkıldı. Silvio ayağa kalktı. Yüzü öfkeden bembeyaz, gözlerinden kıvılcımlar saçarak:
- Sayın bay, dedi. Lütfen çıkıp gidin buradan ve bu olayın bu çatının altında geçmesinden ötürü Tanrı'ya şükredin.
İşin nereye varacağından hiçbirimizin kuşkusu yoktu. Yeni arkadaşımızı şimdiden ölmüş sayıyorduk. Subay, uğradığı hakareti baş kasadarın dilediği gibi yanıtlamasına hazır olduğunu söyleyerek çıkıp gitti. Oyun birkaç dakika daha sürdü. Fakat ev sahibinin oyun oynayacak durumda olmadığını görüp birbirimizin peşi sıra kalktık, yakında alayda açılacak olan boşluktan söz ederek evlerimize dağıldık.
Ertesi gün binicilik alanında, zavallı subayın yaşayıp yaşamadığını birbirimize sorarken, kendisi çıkageldi. Aynı soruyu ona da sorduk. Silvio'dan henüz bir haber almadığını söyledi. Bu durum şaşırttı bizi. Silvio'ya gittik. Onu avluda, avlu kapısına tutturulmuş bir iskambil birlisine arka arkaya kurşun yağdırırken bulduk. Hiçbir şey olmamış gibi, dünkü olay üzerine tek söz etmeksizin karşıladı bizi. Aradan üç gün geçti, subay hâlâ sağdı. Şaşkınlık içinde, Silvio acaba dövüşmeyecek mi diye soruyorduk birbirimize. Dövüşmedi. Önemsiz bir özürle yetinerek barıştı.
Bu olay gençliğin gözünden adamakıllı düşürdü onu. Gençlerin en bağışlamayacağı şey korkaklıktır. Yiğitliği insan erdemlerinin en yücesi sayar, her türlü ayıbı bağışlatabilecek bir şey gibi görür onlar. Ama, yavaş yavaş her şey unutuldu, Silvio yeniden eski etkisini kazandı.
Sadece ben ona eskisi kadar yakınlık göstermiyordum artık. Düş kurmaya yatkın bir yaratılışa sahip olduğumdan, hayatı bir esrar perdesiyle örtülü olan, bana gizemli bir roman kahramanı gibi görünen bu adama önceleri herkesten çok bağlıydım. O da severdi beni. Hiç olmazsa sadece benimleyken acı dilliliğini bırakır, az görülür bir tatlılık ve içtenlikle konuşurdu. Fakat o uğursuz akşamdan sonra şerefinin lekelendiği, bu lekenin temizlenmeyişinde yine kendisinin sorumlu olduğu düşüncesi aklımdan bir türlü çıkmıyor, ona eskisi gibi davranmamı önlüyordu. Yüzüne bakmaya utanıyordum neredeyse. Silvio bunu sezmeyecek, nedenini anlamayacak adam değildi. Bu durumun onu üzdüğü belliydi. Bir iki kere bana bu konuda bir açıklamada bulunmak istediğini sezinledim. Fakat ona bu olanağı vermekten kaçındım. Silvio da uzaklaştı benden. O günden sonra sadece arkadaşların yanındayken görüşüyorduk onunla. Eski candan konuşmalarımız sona ermişti.
Taşrada yaşayanlar için çok önemli olan bazı şeylerden dalgın başkentlilerin haberi bile yoktur. Posta gününün beklenmesi bunlardan biridir. Alayın yazıcı odası, salı ve cuma günleri kimisi para, kimisi mektup, kimisi de gazete bekleyen subaylarla dolup taşardı. Paketler genel olarak hemen oracıkta açılır, haberler oracıkta yayılır, böylece yazıcı odası ana baba gününe dönerdi. Mektupları alayımızın adresine gelen Silvio da genellikle aramızda bulunurdu o sırada. Bir gün aldığı bir mektubun mührünü büyük bir sabırsızlıkla söktüğünü gördük. Herbiri kendi mektubuna dalmış olan subaylar hiçbir şey sezinlemediler. Silvio mektubu okuyup bitirdikten sonra bize döndü ve:
- Baylar, dedi, bir an önce buradan ayrılmaklığımı gerektiren bir durum var. Bu geceden tezi yok, yola çıkıyorum. Bana son bir kez daha yemeğe gelmeyi reddetmeyeceğinizi umarım.
Bu sözleri söyledikten sonra bana dönerek şunları ekledi:
« 01 ... 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 ... 72 »