Ana Sayfa » Yolculamak » Erzurum Yolculuğu & Byelkin'in Öyküleri : 33
o zamanlar. Denis Davidov'un (6) bir şiirinde göklere çıkardığı ünlü Burtsov'u (7) içki içme yarışında alt etmiştim. Alayımızda sık sık düellolar yapılırdı. Ben de ya tanık, ya da taraf olarak hepsinde bulunurdum. Arkadaşlarım taparcasına severler, ikide bir değiştirilen alay komutanlarıysa Tanrı'nın gönderdiği bir bela olarak kabul ederlerdi beni. Ünümün tadını kimi zaman sessizce, kimi zaman da gürültüyle çıkararak yaşayıp giderken günün birinde varlıklı, (adını vermek istemediğim tanınmış bir aileden gelme) bir genç atandı alayımıza. Talihi böylesine parlak bir adama ömrüm boyunca raslamadım. Düşünün bir: Gençlik, zekâ, yakışıklılık, çılgınca bir neşe, gözünü budaktan sakınmayan bir yiğitlik, bitmek tükenmek bilmez para ve bütün bunlara sahip olan bir adamın sizde yaratacağı etkiyi düşünün bir. Üstünlüğüm sarsılmıştı. O önceleri ünümün çekiciliğine kapıldı, dostluğumu kazanmak istedi. Yüz vermedim. Hiç umursamadan uzaklaştı benden. Ondan nefret etmeye başladım. Alayda ve kadınlar arasında elde ettiği başarılar altüst ediyordu beni. Kavga çıkarmak için bela aramaya başladım. Alaylarımı benimkilerden çok daha iyi niyetli alaylarla karşılıyordu. O işin şakasındaydı. Bense gitgide kinleniyordum. Sonunda bir gün Polonyalı bir çiftlik sahibinin balosunda bütün kadınların, daha da önemlisi, benimle ilişkisi olan ev sahibesinin onun çevresinde pervane gibi döndüklerini görünce kulağına eğilip çok edepsizce birkaç söz söyledim. Birden büyük bir öfkeye kapılarak tokatladı beni. Kılıçlarımıza davrandık, kadınlardan bayılanlar oldu, aramıza girip dövüşmemize engel oldular. Ve hemen o geceden tezi yok düello etmeyi kararlaştırdık.
Tan yeri ağarmak üzereydi. Ben yanımda üç tanıkla birlikte kendi yerimi almıştım. Düşmanımı beklerken sabırsızlıktan içim içime sığmıyordu. İlkbahar güneşi doğmuş, hava ısınmaya başlamıştı bile. Uzaktan göründü. Üniformasını giymiş, kılıcını kuşanmış, yanında bir tek tanık, yürüyerek geliyordu. Ona doğru yaklaştık. O da yaklaştı. Elinde tuttuğu şapkasını kirazla doldurmuş, arada bir atıştırıyordu. Tanıklar on iki adımı sayıp ayırdılar bizi. İlk atışı benim yapmam gerekiyordu. Fakat o kadar öfkeliydim ki ellerimin titremesinden korktum, soğukkanlılığımı toplamak üzere zaman kazanmak için bu hakkı ona bırakmak istedim. Düşmanım kabul etmedi bunu. Kura çekmeye karar verdik. Talih yine değişmez sevgilisine gülmüş, kurayı o kazanmıştı. Nişan aldı, ateş etti ve şapkamı deldi. Sıra bana gelmişti. Hayatı elimdeydi artık. Olanca dikkatimle yüzüne bakıyor, hiç değilse küçücük bir tedirginlik belirtisi yakalamaya çalışıyordum orada. O, tabancamın karşısında hiç kıpırdamadan duruyor, şapkasından seçip çıkardığı olgun kirazları atıştırıyor, tükürdüğü çekirdekler uçup bana kadar geliyordu. Bu kayıtsızlık allak bullak etmişti beni. Hayatına kendisi değer vermeyen bir adamı öldürmenin ne yararı var diye düşündüm. Aklımda şimşek gibi sakince bir düşüne çaktı. Tabancamın namlusunu indirerek:
- Ölümü umursamadığınız anlaşılıyor, dedim. Buyurun, kahvaltınızı edin. Size engel olmak istemem.
- Bana engel olduğunuz filan yok, diye karşılık verdi. Buyurun, ateş etmenizi bekliyorum. Fakat yine de siz ateş etme hakkına her zaman sahipsiniz, dilediğiniz an buyruğunuzdayım.
Tanıklara döndüm, şimdilik ateş etme niyetim olmadığını bildirdim. Düello böylece sona erdi.
İstifamı verip bu ilçeye çekildim. O günden sonra öç almaktan başka hiçbir düşüncem olmadı. Öç alma saati gelip çattı işte.
Silvio sabahleyin gelen mektubu cebinden çıkardı, okumam için uzattı. Birisi (herhalde bu işler için görevlendirdiği güvenilir adamı) Moskova'dan, bilinen kişinin kısa bir süre sonra genç, güzel bir bayanla nikâhlanacağını bildiriyordu.
Silvio:
« 01 ... 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 ... 72 »