Ana Sayfa » Yolculamak » Gulliver Cüceler Ülkesinde : 09
Sonradan anladığıma göre sekiz saat uyumuşum; şaşmadım: hekimler İmparatorun emri ile şarap fıçılarına uyku ilacı katmışlardı.
Anlaşılan karaya ayak bastıktan sonra beni yere uzanmış, uyumaktayken görenler hemen bir posta göndererek İmparatora haber vermişlerdi: İmparator, Meclisini toplamış ve anlattığım biçimde bağlanmamı (bunu ben gece uyurken yapmışlardı); bana bol yiyecek içecek verilmesini ve başkente götürülmem için bir araba hazırlanmasını karar altına almıştı.
Böyle bir karar cüretli ve tehlikeli görülebilir ve eminim, Avrupa'da hiçbir hükümdar, aynı koşullar altında böyle davranmaz. Fakat düşünceme göre, bu hem çok ihtiyatlı, hem de pek soylu bir karardı. Çünkü örneğin bu adamlar, ben uyurken mızrak ve oklarıyla beni öldürmeye kalksalardı ilk acıyı duyar duymaz kesinlikle uyanacak, öfkem ve gücüm öyle bir duruma gelecekti ki, beni bağlayan ipleri koparabilecektim; bu adamlar da bana karşı koyacak durumda olmadıkları gibi acıma duyguma da sığınamayacaklardı.
Bu ülke halkı matematikte almış yürümüş ve bilginin ünlü bir koruyucusu olan İmparatorun onayı ve özendirmesiyle mekanik sanatlarında büyük bir gelişmişlik düzeyine erişmiş. Bu hükümdar, ağır yük ve ağaçların taşınması için tekerlekli araçlar yaptırmış; bazıları dokuz ayak (5) uzunluğunda olan en büyük gemilerini, kolayca odun bulunacağı için ormanlarda yaptırır, sonra denize götürmek üzere üç dört yüz yarda bu araçlarla taşıtırmış. Beş yüz doğramacı ve mühendis hemen en büyük arabalarını hazırlamaya koyulmuştu. Bu, üç parmak yüksekliğinde, yedi ayak boyunda, dört ayak eninde, yirmi iki tekerlekli, ağaçtan bir kerevetti. Ben karaya ayak bastıktan dört saat sonra yola çıkan bu araba gözüktüğü zaman tüm halk bağrışmış; benim de bir ara işittiğim bağrışma meğer buymuş. Arabayı bana yanlamasına yaklaştırmışlar; fakat asıl sorun beni kaldırıp arabaya yerleştirmek olmuş. Bunun için birer ayak boyunda seksen tane direk dikilmiş; sicim kalınlığında çok sağlam iplerin uçlarındaki çengelleri, işçilerin boynuma, ellerime, vücuduma dolamış oldukları bağlara takmışlar. En güçlülerinden dokuz yüz kişi, direklere makaralarla bağlı bu iplere asılarak üç saatten az zamanda beni kaldırıp arabaya yerleştirmiş ve sonra sıkıca bağlamışlar. Ben, bu ayrıntıları sonradan öğrendim, çünkü bütün bunlar olup biterken içkime katmış oldukları uyku ilacının etkisiyle derin bir uykudaydım. İmparator Hazretlerinin her biri dört buçuk parmak yüksekliğinde en iri atlarından bin beş yüzü, beni, yukarıda da söylediğim gibi yarım mil ötede olan başkente götürmek üzere arabaya koşulmuştu.
Yola koyulduktan dört saat sonra gülünç bir olay beni uyandırdı; arabanın bir yeri bozulmuş, onarım için durulmuştu; yerlilerden iki üç genç beni uyurken görmek merakına kapılmışlar, arabaya çıkmışlar, yavaş yavaş yüzüme sokulmuşlar: içlerinden koruman alayında subay olan biri, kısa kargısının sivri ucunu burnumun sol deliğine iyice sokmuş; burnum da tıpkı saman çöpüyle karıştırılmış gibi gıcıklanınca şiddetle aksırmışım. Üzerime çıkanlar kimseye görünmeden sıvışmışlar. Ben böyle birden bire uyanışımın nedenini ancak üç hafta sonra öğrenebildim. O gün akşama kadar hayli yol aldık; gece her bir yanımda beş yüz koruman olduğu durumda dinlendik. Bu korumanlardan yarısının ellerinde meşaleler, diğerlerinde de yay ve oklar vardı; bir kımıldanacak olsam, hemen üzerime yağdıracaklardı. Ertesi sabah güneşle birlikte yolumuza devam ettik; öğleye doğru da kent kapılarının iki yüz yarda berisine geldik. İmparator buyruğundaki tüm adamlarıyla birlikte bizi karşılamaya gelmişti; fakat saray ileri gelenleri, İmparator Hazretlerinin, üzerime çıkarak kendisini tehlikeye koymasına razı olmadılar. Arabamın durduğu yerde, bu ülkenin en büyük yapısı sayılan, eski bir tapınak vardı; bu tapınak, bundan birkaç yıl önce bir cinayetle kirlenmiş ve halkın bağnazlığı yüzünden değersiz sayılmıştı. Bunun üzerine, içindeki süs ve eşyalar kaldırılmış, bayağı işler için kullanılmaya başlanmıştı. Ben bu yapıda kalacaktım. Kuzeye bakan genel kapısı aşağı yukarı dört ayak yükseklikte ve hemen hemen iki ayak genişlikteydi, bu kapıdan ancak emekleyerek girebilirdim. Kapının her iki yanında, yerden altı parmak yükseklikte bile olmayan iki pencere vardı. Sol yanındaki pencereye, kralın çilingirleri, Avrupalı bir bayanın saat kösteğine benzeyen ve hemen hemen o kalınlıkta olan doksan bir tane zincir bağladılar; bu zincirlerin öbür uçlarını da otuz altı asma kilitle sol bacağıma taktılar.
« 01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 ... 33 »