Ana Sayfa » Yolculamak » Karacaoğlan - I : 11
Her yeni kurulan köye de, Osmanlı düzeninin yapısal elemanlarından olan bir okul, bir cami, bir de hapishane yaptırıyor.
Bu fırkaya katılmış olan tanınmış tarihçi Cevdet Paşa, Tezakir adlı kitabında, bize bu konar-göçerler hakkında değerli bilgiler veriyor. Diyor ki: “Buralar cevelangâh-ı aşâir -aşiretlerin dolaştıkları yer- olmak hasebiyle hiç bir yerinde ziraat ve insan emeğine delâlet edecek emare ve alâmet yok idi. Her taraftan kalkıp uçan turaç kuşları ve ceylan sürüleri bu kuş cennetine letafet verir idi.” (Tezakir, Ahmet Cevdet: 1959, Defter 21-39, s. 170) Bu açıklama, Karacaoğlan geleneğini anlamak için pek önemli bir gerçeği veriyor bize. Konar-göçer toplumunda, insan doğayla alışverişinde asalaktır, sömürücüdür. Doğa tek yanlı, boyuna verir, insan doğaya hiçbir şey vermez; ne bilgi, ne de emek. Tek yanlı boyuna doğadan alır. Yayla ve ova otunu çimenini yetirir; il halkı hayvanını otarır; orman ağacını bitirir, insan keser götürür; pınar suyunu getirir, Türkmenin kendi de, hayvanı da içer, oturur.
Güneyde pek seyrek görülen kuraklık vurmadıkça, bu düzen böyle tek yanlı işler. Otun bitmediği yılsa, aşirete sadece “O dağ olmaz, bu dağ olsun”, barhanasını yükletip göçmek düşer. İnsan bu düzende toprağı tarla tarla bölüp mal edinmemiştir daha. Toprakla savaşa başlamamıştır. Çünkü toprak henüz kişinin malı değildir. Göçebe düzeninde toprakta kişisel mülkiyet yoktur. Yayla ve kışlak ise bütün aşiretin malı sayılmaktadır. Göğsü kabaca otlu yaylalarda herkes hayvanını otlatabilir. Hayvan kişilerin malıdır ve konar-göçerin serveti hayvanının sayısıyla ölçülür. Bir kişiye mal olan toprakla didişme daha başlamış değildir. Bütün vaktini ve gücünü topraktan ürün sökmeye veren, emeğinin karşılığını alamayınca da elleri böğründe kalan köylü - ekinci insanı, konar-göçerlerin belirgin tipi değildir. Bunun için şiirde “zalım toprak, kara toprak” gibi deyimler daha görülmez.
Yerleşik köylü kültürünün temeli olan öküz ve çift Karacaoğlan şiirine girmez. Hele Pir Sultan'ın dediği gibi “Dağdan kütür kütür hezen indiren, indirip de ateşlere yandıran ve her evin devliğini döndüren”, ekonomik hayatta baş yardımcı öküz bu işleviyle ortaya çıkmamıştır. Bir savaş ve taşıma aracı ve bir binit olarak at göçebe hayatında önemini korumaktadır.
Doğa, Karacaoğlan'ın şiirinde bu nedenlerle, istemeden, zora koşmadan veren bir cömert ana gibidir. Karacaoğlan şiir geleneğinin doğaya bakışı sıcak, aydınlık, duru ve sevecendir. Arada bir, sevgilisiyle arasına girdikçe, kavuşmalarına engel oldukça Karacaoğlan doğaya kızar, ilenir “Od düşe de döne döne yanasın, balta vursun ormanların kurusun” diyecek kadar ileri de gider; ama bu pek seyrektir. Onun sevgilisi doğayla sarmaş dolaştır; “Sana derim sana Beyler Pınarı, ne taraftan ince belli yar gitti” diye Karacaoğlan konuşmaya başlayınca, Beyler Pınarı ile ince belli yar arasında, benzetmenin ötesinde bir birlik kurulur. Onları ayrı düşünemeyiz. “Daha ileri giderek diyebiliriz ki, doğa Karacaoğlan'da bir iyileştirici, koruyucu, kirden pastan yuyup arıtıcı, sıkıntılardan kurtarıcıdır. En umutsuz zamanında, sevgilisinden uzak düşüp, onun gelmesinden umudunu kesince Karacaoğlan doğaya sığınır, teselliyi onda bulur:
Karacaoğlan der ki devranım döndü
Gönlüm yücedeydi engine indi
Seherin yelleri şafağın bendi
Hani usul boylu sunam gelmedi
Karacaoğlan şiirinin çizdiği tablonun bir yerlerinde, çimeni çiçeği, ardıcı çamı, kekik pınarları ve yayla yollarıyla, çoğu zaman bir doğa parçası, aydınlık renkler içinde gülümser. Sevgiye de, umutsuzluğa da, gurbete, yıkılmışlığa da bu doğa parçası bir ferahlıklar, yücelikler nakışı vurur. Coğrafyanın şiir yapısına böylesine etkin girişi, onunla böyle bütünlenişi başka âşıklarımızda görülmez. Bu yanıyla Karacaoğlan geleneği savaş türkülerinden daha çok birleştiricidir; vatan coğrafyasını kurucudur.
« 01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 ... 53 »