Ana Sayfa » Yolculamak » Knulp : 33


KNULP

HERMANN HESSE

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 71


Akıp giden suların üstündeki tahta parmaklığa dayandı. Suların içini uzun saplı, koyu renkli yosunlar kaplamıştı; balıkların ince sırtları, siyah ve kımıltısız, titrek çakıl taşları üstünde duruyordu. Eski tahta köprüden geçti ve orta yerine gelince küçük köprünün, çocukluğundaki gibi ince, canlı, esnek sarsıntısını içinde duymak için diz çöktü.
Hiç acele etmeden gezintisini sürdürüyordu. Hiçbir şeyi unutmuyordu. Ne küçük çimenliğiyle kilise avlusundaki ıhlamuru, ne de bir zamanlar çok sevdiği bir yüzme yeri olan yukarıdaki değirmenin seddini. Vaktiyle babasının oturduğu küçük evin önünde durdu. Sırtını bir süre sevgiyle eski sokak kapısına dayadı. Bahçeye de uğradı. Sevimsiz, yeni bir tel çitin üzerinden yeni dikilmiş bir fidanlığa baktı. Ama yağmur sularının aşındırıp yuvarlaklaştırdığı taş merdiven basamaklarıyla kapının yanındaki yuvarlak, kalın gövdeli ayva ağacı yine eskisi gibiydi.
Knulp burada, kendini Latince Okulu'ndan kovdurmadan önce en güzel günlerini yaşamıştı. Bir zamanlar burada tam bir mutluluğu, isteklerinin eksiksiz olarak gerçekleşmesini, içine acı karışmamış sevinçleri tatmıştı. Kiraz çalarken kendinden geçtiği yazlar, çiçeklerine bakarken duyulan, kaybolmuş, uçup gitmiş, bahçıvan mutlulukları yaşamıştı: Onun burada sevgili düğünçiçekleri, neşeli kahkahaçiçekleri, zarif, kadife gibi menekşeleri, tavşan kulübeleri, işliği, kendi yaptığı uçurtmaları, mürver ağacı gövdesinden yapılmış su boruları, kanatları tahta parçalardan yapılmış makaradan değirmen çarkları vardı.
Kedisini tanımadığı bir çatı, meyvesini denemediği bir bahçe, üstüne çıkmadığı, tepesinde yeşil bir düş yuvasına sahip olmadığı bir ağaç yoktu. Bu dünya parçası onundu. O bu dünya parçasını en içten yakınlıkta tanımış ve sevmişti. Burada her çalının, her bahçe çitinin kendisi için bir önemi, bir anlamı, bir öyküsü vardı. Her yağmur, her kar yağışı ona bir şey söylemişti. Burada hava ve toprak onun düşlerinde ve isteklerinde yaşamış, bunların yankıları olmuş, onlarla birlikte soluk almışlardı. “Hatta bugün bile” diye düşündü Knulp, “bütün bunlar, belki de şurada, şu evlerde oturanlardan hiç kimsenin, şu bahçe sahiplerinden hiçbirinin benim olduğu kadar değildirler; onların hiçbiri için, benim için olduğundan daha değerli değildirler; onlara, bana söylediklerinden daha çok bir şey söylemiyor, daha çok yanıt vermiyor, daha fazla anı uyandırmıyorlardır.”
Yakın damların arasından daracık bir evin yüksek ve sivri, kurşuni renkli çatısı görünüyordu. Bir zamanlar orada derici Haasis otururdu. Knulp'un çocukluk oyunları ve çocukluk sevinçleri, kızlarla ilk gizleriyle, onlarla olan içli ilişkileriyle, didişip çekişmeleriyle sona ermişti. Bazı akşamlar içinde filizlenmeye başlayan aşk isteğiyle, yarı karanlık sokaklarda oradan evine dönmüştü. Dericinin kızlarının saçlarını orada çözmüş, güzel Franziska'nın öpücükleriyle orada kendinden geçmişti. Akşam geç vakit ya da ertesi gün o yana gitmek istiyordu. Ama şimdi bu anılar kendisini pek çekmiyordu. Bütün bunları daha önceki çocukluk yıllarının bir tek saatinin uğruna seve seve verebilirdi.
Çitin kıyısına dayandı ve bir saat, belki de daha uzun bir süre orada kalıp aşağıya baktı. Orada gördüğü, karşısındaki taze böğürtlen çalılarıyla bomboş bir güz gösteren yeni ve yabancı bahçe değildi. Babasının bahçesini ve büyük tarhtaki çocukluk çiçeklerini, bir paskalya pazarında ektiği ayıpençelerini, cam gibi kınaçiçeklerini ve taş yığınlarından yapılmış tepecikleri görüyordu. O bu taş yığınlarına kaç kez kertenkele yerleştirmiş, ama bunlardan hiçbiri orada kalıp kendisinin ev hayvanı olmak istemediği için mutsuz olmuştu. Buna karşın yeni birini bulup getirdiği zaman büyük bir umutla, bu belki alışır diye beklemişti. Bugün bütün evleri, bahçeleri, bütün çiçekleri, kertenkeleleri ve dünyanın bütün kuşlarını kendisine armağan edebilirlerdi; ama bunlar, bir zamanlar onun küçük bahçesinde yetişen ve güzel çiçek yaprakları tomurcuğunun içinde yavaşça kımıldayan tek bir yaz çiçeğinin büyülü parıltısının yanında hiç kalırdı. Ya o zamanki, her birini hâlâ olduğu gibi aklında tuttuğu frenküzümü fidanları! Bunlar artık yok olmuştu. Ölümsüz ve yok olmaz şeyler değillerdi. Elbette birisi onları söküp çıkarmış, ateşe vermişti. Gövdeleriyle kuru yaprakları da birlikte yanıp gitmişlerdi. Kimse de bunun için yas tutmamıştı.
Ya Knulp burada kaç kez Machold'la da birlikte olmuştu. O şimdi bir doktor, bir beyefendiydi ve hastaları tek atlı bir arabayla dolaşıyordu. Hiç şüphesiz iyi ve dürüst bir insan olmuştu, ama o da, şu akıllı, dimdik adam da eskisinin, bir zamanların inançlı, çekingen, içi umut ve bekleyiş dolu, ince, zarif çocuğunun yanında neydi ki? Knulp ona sineklere nasıl kafes yapıldığını, çekirgeler için nasıl kulecikler kurulduğunu burada göstermişti. O zamanlar Machold'un hem öğretmeni, hem de ondan daha büyük, daha akıllı ve onun hayran olduğu bir arkadaşıydı.
«   01   ...    23   24   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34   35   36   37   »