Ana Sayfa » Yolculamak » Knulp : 34
Komşudaki leylak ağacı yaşlanmış, yosun tutmuş, kurumuştu. Öbür bahçedeki sundurma da yıkılmıştı. Yerine ne yapmış olurlarsa olsunlar, hiçbiri eskisi gibi güzel, zevkli ve iyi olamamıştı.
Knulp otlar bürümüş bahçeden ayrıldığı zaman ortalık kararmaya ve serinlemeye başlamıştı. Kentin görünümünü değiştirmiş olan yeni kilise kulesinden yeni bir çan, gürültüyle çalıp duruyordu.
Tabakhanenin kapısından gizlice tabakhane bahçesine süzüldü. Paydos zamanıydı. Kimseler görünmüyordu. İçindeki küllü sulara derilerin yerleştirildiği ağzı açık çukurların yanından, yumuşak tabak toprakları üzerinden kimse duymadan yavaşça geçti, ırmağın yosun yeşili taşlarının yanından karanlık ve koyu, akıp gittiği yerdeki küçük duvarın yanına kadar yürüdü. Bir zamanlar Franziska ile birlikte bir akşam saatinde çıplak ayaklarını sularda şıpırdatarak oturdukları yer burasıydı.
“Eğer o beni boş yere bekletmemiş olsaydı” diye düşündü Knulp, “belki de her şey başka türlü olurdu. Latince Okulu ve üniversite öğrenimi elden gitmiş bile olsa, yine de bir şeyler olabilmek için yeterli gücü ve istenci kendimde bulabilirdim.” Yaşam ne kadar yalın ve açıktı! O zamanlar kendinden vazgeçmişti, hiçbir şeyi gözü görmek istememişti. Bunun üzerine yaşam da bunu göz önünde bulundurmuş, ondan bir şey istememişti. Dışarda kalmıştı. Güzel gençlik yıllarında sevilen, hastalığında ve yaşlılığında yalnız kalan bir serseri, çitin dışında bulunan bir seyirci olmuştu.
Büyük bir yorgunluk her yanını sardı. Alçak duvarın üstüne oturdu. Irmak, düşüncelerinin arasından koyu ve karanlık, çağlayıp gidiyordu. Derken üst yanda bir pencerede ışık yandı; bu, ona vaktin geç olduğunu, onu burada bulmalarının doğru olmayacağını anımsattı. Tabakhanenin bahçesinden ve kapıdan sessizce çıktı, ceketini ilikledi ve uykuyu düşündü. Parası vardı. Doktor biraz bir şeyler vermişti. Azıcık düşündükten sonra hemen bir otele girdi. Melek Oteli'ne ya da Kuğular Oteli'ne gidebilirdi, orada onu tanırlardı, dostlar da bulabilirdi; ama şimdi böyle şeyleri canı istemiyordu.
Küçük kasabada, eskiden en küçük ayrıntısına varıncaya kadar kendisini ilgilendirecek olan birçok şey değişmişti. Fakat bu kez eski zamanlardan kalanlardan başka hiçbir şey görmek ve bilmek istemiyordu. Kısa bir soruşturmadan sonra Franziska'nın artık yaşamadığını öğrenince de her şey soldu ve ona öyle geldi ki, buraya kadar yalnızca onun için gelmişti. Hayır, burada böyle sokaklarda, bahçeler arasında sürtmenin, tanıyanların kendisine acımayla karışık şakalar yapmasını dinlemenin hiçbir anlamı yoktu. Daracık Posta Sokağı'nda ansızın başhekime rastlayınca birdenbire, yukarda, sayrılar evinde yokluğunun farkına varacaklarını ve peşine düşeceklerini anımsadı. Hemen bir fırından iki francala satın aldı, ceketinin ceplerine tıkıştırdı ve daha öğle olmadan kentten çıkıp dik bir dağ yolunu tırmanmaya başladı. Orada, ta yukarılarda ormanın kıyısında, son yol dönemecinde toza toprağa bulanmış bir adam, bir taş yığınının üstüne oturmuş, uzun saplı bir çekiçle gri mavi bir kireçtaşını küçük küçük kırıyordu. Knulp ona baktı, selam verdi ve durdu.
Adam “Merhaba” diyerek başını kaldırmadan taş kırmayı sürdürdü.
“Bana kalırsa hava pek böyle gitmeyecek” diye bir daha konuşmayı denedi Knulp.
“Olabilir” diye homurdandı taş kırıcı ve bir an başını kaldırıp baktı. Yola vuran parlak öğle güneşi gözlerini kamaştırmıştı. “Nereye gidiyorsunuz?”
“Roma'ya, Papa'ya” dedi Knulp, “acaba daha çok mu uzakta?”
“Oraya bugün hiç varamazsınız. Hele önünüze gelen yerde durur da insanları böyle işleri arasında rahatsız ederseniz, gideceğiniz yere bir yılda bile ulaşamazsınız.”
“Öyle mi dersiniz? Çok şükür acelem yok. Siz çalışkan bir adamsınız, Herr Andreas Schaible.”
Taş kırıcı elini gözünün üstüne tuttu, yolcuya dikkatle baktı. “Demek beni tanıyorsunuz” dedi düşünceli düşünceli, “galiba ben de sizi tanıyorum, yalnızca adınız aklıma gelmiyor.”
“Öyleyse Yengeç Meyhanesi'nin yaşlı sahibine sorun; orada doksan yıllarında kaç kez birlikte oturmuştuk. Ama o şimdi artık yaşamıyordur.”
“Çoktan öldü. Ama artık anladım eski dost, sen Knulp'sun. Azıcık otur, ben de sana merhaba diyeyim!”
Knulp oturdu. Yokuşu çok çabuk çıkmıştı. Güçlükle soluk alıyordu. Kasabanın, ta aşağılarda, ırmağın parlak mavisiyle, kızıl kahverengi çatıların kaynaşmasıyla, bunların aralarındaki küçük, yeşil ağaç kümecikleriyle nasıl güzel gözüktüğünü ancak şimdi görüyordu.
“Senin burası çok güzel” dedi soluyarak.
« 01 ... 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 »