Ana Sayfa » Yolculamak » Konuşan Kaftan : 13


KONUÅžAN KAFTAN

KALMAN MIKSZATH

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 90


bulunan iki keşişin kurtarmalığını yollarsa Başkanlık görevine hayırlı bir işle başlamış olacağını bildirmişti. Bay Csuda güzellikle dört araba ekmek istiyordu. Yalnızca Budin Kaymakamı'nın adamı, vergi işlerini düzenlemek için Kecskemet'e gelen Halil Efendi, kendisiyle görüşmek için karşısına sakalsız bir yeni yetişme çıkarılmasına surat etmişti. Bunun üzerine Başkan hemen yüz geri ederek kapıyı çarpmış, birkaç dakika sonra bu kapıdan, elinde iple bir yaşlı teke çekerek çavuş Pintyö girmişti.
- Bu akılsız hayvancağızla burada işin ne bre imansız köpek?
- Başkan efendimin verdiği buyruk üzerine getirdim ben onu. Bunun sakalı olduğundan zatın bununla görüşecekmiş.
Gediğine konan bu taş Kecskemet halkının hoşuna gitti ve terazinin kefesi Mihaly'den yana eğildi.
- Adam olacak adam! Kimseye alt olmuyor. Efendinin ağzının payını verivermiş. Böyle Başkan da gelmemişti!
Ondan sonra artık, bakalım ne olacak, diye Lestyak'ın yapıp ettiklerini hiç gözden kaçırmaz olmuşlardı. Ama alemin ağzına da her gün yeni bir sermaye çıkıyordu.
Ortada dönen laflara bakılırsa Belediye Başkanı ince iş bilir Janos Balogh ile Brasso'dan buralara düşmüş ünlü kuyumcu Venczel Walter ustayı yanına çağırtarak onlara halkalı bir kırbaçla telkari bir nacak ısmarlamıştı; kırbacın sapı yakut, zümrüt ve daha başka yanar döner cevahirle kakmalı altından, nacağın da sapı altından, ağzı gümüşten olacaktı. Geceyi gündüze katmaları buyurulmuştu. Bu iki süslü alet dünyanın parasına mal olacaktı.
(Acaba kentin böyle şeylere parası var mı?)
Ertesi pazar Başkanla üyelerden ikisi dükkânları sırayla dolaşarak ulusal renkli ne kadar kurdele varsa hepsini satın aldılar, sonra Belediye'nin dört atlısıyla Szikra'ya açıldılar.
Szikra bir kum deryası, Kecskemet'in Sahrasıdır. O çağdan beri ağaç yetiştirici torunlar o vakit daha başıboş olan, durmadan kaynaşarak yer değiştiren, koşan ve sonu gelmeyen dalgalar halinde ilerleyen bu kumu durdurdular.
Oysa o zaman uçsuz bucaksız bir genişlikte ne su, ne bitki. Güneş parıltılı ışığını o köpüren, göz kamaştırıcı bir hızla dalgalanan kum yığınlarının milyarlarca zerresine saçarken sanki binlerce gizli süpürge durmadan çalışıyormuş yahut da üzerlerinde yalnızca güneşin ışığı oynaşıyor, sıçrıyormuş gibi görünür. Hayvanın, canlı yaratığın izi bile yok. Bu toprak ufacık bir köstebek bile doğurmaz, çünkü bu toprak gelip geçicidir. Toprağın bile barınamadığı bu yer kimseye yurt olmaz. Köstebek bile deliğini bırakıp orayı yine aramayı sever. Bugün şurada işaret koyduğu bir kum yığınını ertesi gün bulmak kimin haddi? Kum tepecikleri telaşlı yolcular gibi durmadan ilerlerler, dağılır, koşar ve yeniden toparlanırlar…
Burada derin bir ölüm sessizliği var. Yalnızca bazen, sıkılmadan buralara uğrayan bir çatal kanatlı kırlangıcın havada kanadını şaklattığı duyulur. Uzaktan, çok uzaktan bir yaban ördeği çiftinin sesi gelir. Oralarda bir sazlık olmalı. Derken gür ve çirkin sesiyle balaban kuşu haykırır.
Güneş, doğarken bir kum tepesinin içinden yükselir, akşam batarken de yine bir kum tepesinin içine kayar. Güneşin kendi de, esmer boza çalan tek renkli dünyanın üzerinde, yükseklerden çevreye altın tozu serpen bir kum tepesi gibi görünür.
Bu geniş kumsalda ancak çok, pek çok gidildikten sonra dudaklardan: Ot, ot! diye içten gelen bir sevinç haykırışı duyulur. Artık su da uzak değildir. Bodur söğütler arasında nazlı kıvrımlarla akan Tisza, (12) bizim tatlı sulu ırmağımız görünür. Sol kolda küçük bir kulübe, kır muhtarının evi ağarmaktadır ve onun
«   01   ...    03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   18   19   20   21   22   23   ...    64   »