Ana Sayfa » Yolculamak » Konuşan Kaftan : 17
Ama nasıl bir tuzak? Hey Tanrım, urbadan iyi tuzak mı olur? İnciler, kurdeleler, tenteneler… Bunlar da bir Üç Azizlik'tir, ama cehennem Üç Azizliği! İblis'ten tutun da bütün şeytanlar bu üç şeyin içinde zıplarlar. Bunlardan biri kadına “bana bak, bana!” diye seslenir, öteki onu “ne olur, beni tak!” diye kandırmaya çalışır, üçüncüsü kulağına “benim için günaha gir!” diye fısıldar.
Mihaly Lestyak kentin bu işlerden anlayan kadınlarını çağırarak Türk tüccarlarında bulabilecekleri en güzel ipeklileri, altın, gümüş sırmalarla işlenmiş kumaşları, en ince, çeşitli tenteneleri, yakutlu yüzükleri, göz kamaştırıcı, ağır pahalı küpeleri toplayıp getirmeleri için kimini Szeged'e, kimini Budin'e yolladı: “Hanım abla, sakın bilezikleri de unutmayın, alacağınız eşya görülmemiş, duyulmamış güzellikte şeyler olsun, ona göre seçin. Sanki dört bey kızını düğüne hazırlıyormuşunuz da onlara gerekiyormuş gibi düşünün, aklınızı ona göre ayarlayın…” demeyi de unutmadı.
Ötede yaşlı Lestyak da boş durmuyordu; oğlunun buyruğu üzerine bir köylü arabasına atladığı gibi, işlerini yaptığı çevredeki büyük beylerin, Vayların, Fayların, Bariusların (çünkü yaşlı adam uzak illere ün salmış yaman bir terziydi) çiftliklerine uğrayarak bu kent işine yardım etmeleri için (öyle ya, hepsinin Keckskemet sınırları içinde çiftlikleri vardı) dikişçi kadınları imeceye çağırdı.
Nereye vardıysa bey hanımları, “kentin koruyucuları” ona güler yüz gösterdiler ve Matyas usta kente bir araba yükü dikişçi kızla döndü.
Arkasından koca koca sandıklar içinde, satın alınan güzelim mallar da geliverince Matyas Lestyak'ın yönetiminde geceli gündüzlü duraksız bir çalışmadır başladı. Makaslar şıkırdıyor, yüksükler tıkırdıyor, iğneler parıl parıl yanıyor, parça halindeki yığın yığın kadifeler, ipekliler yavaş yavaş birer biçim alıyordu. İşte bir etek, şu bir fistan, bu da bir yelek! (Aman ne göz alıcı şeyler!) Şu beyaz tentene omuza konunca ne de hoş duracak. Ya şu bin bir pulla işlenmiş ipekli maskaralığa bakın! Bu da gelin başlığı imiş. Çünkü dört canlı çiçekten ikisi kız, ikisi gelin. Keckskemet'in bütün kız ve kadınları gündüzleri hep bu masallardaki giyimleri andıran süslü urbaların lakırdısını ediyor, geceleri düşlerinde hep bunları görüyorlardı.
Saygıdeğer pir Bruno Baba ile Keşiş Litkei münasebetsizce işe karışmasalardı her şey yoluna girmiş sayılırdı.
Kecskemet'te, tek bir çavuş bile olsa, bir Türk orununun bulunması, hele bunun kent tarafından çağırılmak istenişi papazların hiç hoşuna gitmiyordu.
- Yehova'nın kulu Tanrı'ya yaranmaya uğraşmasın, çünkü iki yüzlü kulu Tanrı'nın biri iter, öteki de elinden tutmaz, iki arada kalır. Keckskemet'in Tanrı korkusu bilir ahalisi, gözünüzü dört açın!…
Papazlar böyle demekle kalmıyor, salt Türklerle, erdenlerimizi sürükleyip götüren, bizi günaha sokan Türklerle hoş geçinmek için aziz Piskopos Nicolaus'un kentini onlara peşkeş çeken yeni Başkan'a atıp tutuyorlar, verdikleri kışkırtıcı vaazlarda onu yerin dibine sokup çıkarıyorlardı.
Macarın yüreği kav gibidir, ufacık bir kıvılcımdan ateş alır. Halkın öfkesi arttıkça artıyordu. Ertesi pazar kiliseden çıkarak Belediye Konağı'nın önünde küme küme toplaşan telaşlı insanlar gözdağı veren yumruklarını sıkarak:
- Kahrolsun Başkan! Kahrolsun üyeler! diye bağrışmaya başladılar.
Sesleri en gür çıkanlar Katoliklerdi. Çiftçi ataları yüz yıl önce Çek ülkesinden buralara gelmiş olan Lutercilerle o sıralarda Temetö Sokağı'nda ayrı bir topluluk halinde oturan Tolna'dan gelme Kalvinciler Erdel'in Protestan beyleriyle ahbaplık eden perçemlilerden belki de hoşlanıyorlardı. Özetle, protestanlara Türkün kavuğu da Papa'nın tacı kadar acayip görünürdü.
Porosznoki ile Agoston büyük bir telaş içinde Başkan'ın katına vardılar.
« 01 ... 07 08 09 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 ... 64 »