Ana Sayfa » Yolculamak » Marie Grubbe - I : 26
Rengi o kadar soluk, o kadar endişeli görünüyordu ki… İşte gülümsüyordu, ama tam neşeyle değil. Dişleri öyle beyaz, ağzı öyle güzel, öyle küçük ve inceydi!
Onu ne kadar seyrederse o kadar güzel buluyordu. Bu zamana kadar onu daha uzun boylu, genellikle daha başka türlü tasarladığı için kendi kendine şaşıyordu. Korkusunu bütünüyle unuttu, şimdi yalnızca onun ününü, hakkında duyduğu bütün o övgüleri düşünüyordu. Bu biçimde uzun süre ona baktı, komuta ettiği birliklerin başında, halkın coşkunluğu içinde onu ileriye doğru atılırken tasarlıyor, her şey onun önünde geriliyor, bir geminin geniş omurgalarına köpürerek çarpan dalgalar nasıl iki yana yarılıp atılırsa, her şey onun önünde öylece yanlara doğru fırlatılıp atılıyordu. Ağır toplar gümbürdüyor, yalın kılıçlar parıldıyor, fırtınalarla kararmış dumanlar içinden kurşunlar vızıldıyordu… Ama o, cesur ve dimdik, ileriye doğru atılmakta ve utku, okuduğu tarih kitaplarında yazıldığı gibi, atının üzengi kayışlarına sürünmekteydi.
Onu coşkunluk ve hayranlık dolu gözlerinin ışıklarıyla sarıyordu. Ulrik Christian birden döndü; bu bakışı yakalamıştı. Başını yana doğru çevirerek önüne bakıyor ve sevinçli bir gülümsemeyi tutmaya çalışıyordu. Sonra ayağa kalktı, Marie Grubbe'nin orada olduğunu henüz şimdi fark ediyormuş gibi yaptı.
Bayan Rigitze, Marie'nin erkek kardeşinin küçük kızı olduğunu söyleyince Marie bunu teşekkürle karşıladı.
Ulrik Christian, kendisine böyle bakabilen gözlerin bir çocuğun olduğunu fark edince şaşırmış, hatta bundan biraz da gücenmişti.
Marie ile biraz dokunaklı bir biçimde “Ma chère” diye konuştu ve eğilerek elindeki işe baktı. “Siz böyle sessiz, gizli çalışmakta bu zamana kadar gördüklerimin en ustasısınız. Ama ne kadar zamandır oya işlerinizden söz edildiğini hiç duymadık.”
Marie ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. “Ah” dedi ve büyük oyalı yastığını pencerenin önüne koyarak, “Sayın generali gördüğüm zaman süslü kadın başlıkları yerine sargı hazırlayacak günlerde olduğumuzu anımsamıştım.”
Ulrik Christian:
“Ama bana öyle geliyor ki bu başlıklar savaş zamanlarında da, her zamanki gibi kadınları güzelleştirir” dedi ve Marie'ye baktı.
“Evet ama şimdi bunu kim düşünüyor?”
Ulrik Christian, Marie'nin gösterdiği ciddilikle büyülenmeye başlamıştı. “Birçokları”, dedi, “örneğin ben.”
Marie yine ciddi bir biçimde onun yüzüne bakarak “Anlıyorum” dedi, “Konuştuğunuz kimsenin bir çocuk olduğunu söylemek istiyorsunuz.” Ve önünde saygıyla eğilerek işini aldı, çıkmak istiyordu.
“Biraz durmaz mısınız, küçük hanım?”
“Ah, hayır, sizi daha fazla rahatsız etmeyeceğim.”
“Bakın hele” diyerek sert bir hareket yaptı ve Marie'yi bileğinden yakalayarak oya işlediği masanın üstüne, kendine doğru çekti“
“Tanrım!” dedi, “Siz ne de güç bir insanmışınız!” Ve fısıldar gibi ekledi “Ama deminki bakışınızla bana öyle güzel bir an yaşattınız ki, şimdi öyle çabucak, küçük bir hoşça kalın sözüyle yetinmeme olanak yok, bunu istemem de! Haydi öpün beni, bakalım.”
Marie, gözleri yaşla dolu, titreyen dudaklarını dudaklarına bastırdı. Sonra kendisini serbest bulunca yüzünü iki elleri arasına saklayarak masanın yanına çöktü.
Bütünüyle altüst olmuştu. Gerek o gün, gerekse onu izleyen günlerde derinden bir duygu, ona artık özgür olmadığını, bağımsızlığını yitirdiğini söylüyordu. Sanki biri başına ayağıyla vurmuş, onu toprağa yuvarlamıştı; artık ayağa kalkamıyordu. Ama bu acı bir duygu da değildi, içinden başkaldırmak gelmiyor, öç alma isteği duymuyordu. Ruhu görkemli bir erince kavuşmuş, renk renk düşlerin uçuşlu kalabalıklarından kurtulmuş, içindeki özlemler de susmuştu. Ulrik Christian'a karşı belirli hiçbir duygu beslemiyordu. Yalnızca bildiği bir şey vardı: Eğer o kendisine “Gel” derse gelecek, “Git” derse duraksamadan ondan uzaklaşacaktı. Bunun niçin böyle olduğunu anlayamıyordu. Ama bu böyleydi ve hiçbir zaman başka türlü olmasına da olanak yoktu.
« 01 ... 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 »