Ana Sayfa » Yolculamak » Marie Grubbe - I : 27


MARIE GRUBBE - I

JENS PETER JACOBSEN

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 94


Bütün gün görülmemiş bir dayanışla oya yapıyor, dikiş dikiyor ve çalışırken bildiği eski, üzünçlü şarkıları mırıldanıyordu. Bu şarkılar solan, bir daha çiçeklenmeyen aşk günlerinden, sevdiklerini bırakıp gurbet ellere giden ve bir daha asla, asla dönmeyen delikanlılardan; uzun, kederli yıllar boyunca karanlık bir kuleye kapatılan tutsaklardan söz ediyordu. Bunlardan biri kuleyi bekler ve kendisini aldatmış olan karısı Malvin mutluluk içinde yaşarken önce cins şahinini, sonra sadık köpeğini, en sonra da kır atını yitirmişti. Marie, bu şarkıları ve daha başkalarını söylüyor, arada iç geçiriyor, hemen hemen gözyaşlarını tutamayacak duruma geliyordu.
Lucie bu durumları gördükçe onun hasta olduğunu sanmış ve üsteleyerek çorabına sinirli yaprak otu sokmasını istemişti.
Birkaç gün geçtikten sonra Ulrik Christian yeniden görünüp onunla dostça, tatlı tatlı konuşunca Marie de aralarında hiçbir şey geçmemiş gibi davrandı. Ama çocuksu bir merakla, kendini birkaç gün önce o kadar şiddetle kavrayan beyaz ellerine bakıyor, gözlerinin içinde dikkatle bir şeyler arıyor; sesinde, onu o kadar ürkütmüş olan uyumu duymaya çalışıyor ve gizlice kışkırtıcı ürpermeler geçirerek ağzını, aşağı sarkık ince bıyıklarını inceliyordu.
Bundan sonraki günlerde Ulrik Christian hemen hemen her gün ya da gün aşırı gelmeye başladı, her gelişinde Marie Grubbe'yi büyüledi. Oturdukları eski ev, o ayrılınca boşalmış, ölmüş gibi geliyor, o da geceyi uykusuz geçirenlerin sabah olmasını özledikleri gibi, durmadan onu özlüyor, ama gelince de hiçbir zaman sevinci tam ve bağsız olmuyor, kendini ona karşı hep güvensiz duyumsuyordu.
Bir gece düşünde onu gördü. İlk rastladığı akşamda olduğu gibi, sımsıkı dolu caddelerden atla geçiyordu. Ancak bu kez çevresi alkışlarla çınlamıyor, bütün gözler ona soğuk ve ilgisizce bakıyordu. Bu sessizlikte kendi yüreğini de bir korku almış, ona gülümsemeye cesaret edemiyor, aksine kalabalık yığınların arkasına gizleniyordu. Bu sırada Ulrik Christian garip biçimde acılı, soru soran gözlerle çevresini süzdü ve bu bakış kendi üstünde karar kılınca, Marie kalabalığın içinden ileri doğru atıldı, tam atının önüne gelince yere kapandı ve at, başını soğuk nallarının altına aldı…
Uyandı; yatağında doğruldu ve soğuk, ay ışığıyla dolu odada çevresine bakındı. Çok şükür, gördüğü yalnızca bir düştü. İçini çekti; ama artık onu ne kadar çok seviyor ve bu aşkı ona belirtmeyi ne kadar istiyordu… Evet, öyleydi, seviyordu onu, bu zamana kadar da bundan habersizdi. Sanki kor ateş içine düşmüştü, alevler gözü önünde parıldıyor ve yüreği durmadan çarpıyor, çarpıyor, çarpıyordu. Onu seviyordu; ne garipti bunu söylemesi… Onu seviyordu. Çok güzel bir şeydi bu. O kadar gurur verici, o kadar korku verircesine gerçek, ama yine de gerçek olmayan bir şeydi bu, Tanrım!.. Onu sevmesinin ne yararı olabilirdi? Kendi kendine duyduğu acımadan gözleri yaşla doluydu.
Ama buna karşın seviyordu. Yeniden sıcak, kuştüyü yorganının altına girdi. Aşkını, ona karşı duyduğu büyük, çok büyük aşkını düşünerek öylece yatmak çok güzel bir şeydi…
Ulrik Christian'ı yeniden gördüğü zaman artık ona karşı güvensizlik duymuyordu. Tersine yüreğinde taşıdığı giz, kendi gözünde kendi önemini artırıyor, bu gizi açığa vurma korkusu da ona hemen hemen bir yetişkin insan hali, bir kendine güven veriyordu. Şimdi yaşamında düşler ve özleyişlerle dolu güzel bir çağ, inanılmaz derecede görkemli bir çağ başlamıştı. Ulrik Christian esenleşip giderken, herkesin gözlerinden gizleyerek arkasından yüzlerce öpücük göndermek ya da geldiği zaman sevgili dostunun onu nasıl kucaklayacağını, kendisine dünyanın en tatlı adlarıyla nasıl sesleneceğini, yanına nasıl oturacağını ve birbirlerinin gözleri içine nasıl bakacaklarını düşünmek… Bundan daha güzel ne olabilirdi? Acaba bunlar olmasa ne olacaktı? Ama aksine, gerçekten olabilecek bir şey vardı ve bunu düşününce kıpkırmızı kesiliyordu.
Güzel, sevinçli günlerdi bunlar… Ama Ulrik Christian kasımın sonlarına doğru tehlikeli bir biçimde hastalandı. Belki de uzun zaman her türlü eğlenceye düşkünlükle zayıflayan sağlığı, sürüp giden gece yaşamı ve görevi gereği olan ağır işlere dayanamamıştı. Belki de yaptığı yeni çılgınlıklar, dolu bardağı taşırmıştı. Birçok şiddetli sayıklama ve durmak bilmeyen huzursuzluklarla sürüp giden bu acılı, yıpratıcı hastalık çok geçmeden öyle tehlikeli bir durum aldı ki, bu illetin adına açıkça ölüm dediler.

* * *

Aralık ayının on biriydi.
«   01   ...    17   18   19   20   21   22   23   24   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34   35   36   »