Ana Sayfa » Yolculamak » Marie Grubbe - I : 29
“Çok sayın bayım, siz düşüncelerinizi gereksinme duyduğunuz bir yöne yöneltmeye çalışarak yalnızca görevini yerine getiren zavallı bir kilise görevlisini azarlamakla yüksek makamınızı ve insanı derinden etkileyen hastalığınızın size verdiği ayrıcalığı gereksiz yere ve sınırı aşarak kötüye kullanıyorsunuz. Ah sayın bayım, üvendireye karşı tekme atmanın yararı yoktur. Vücudunuza yapışmış olan bu yıkıcı hastalık, size hiç kimsenin Tanrı adaletinden kaçınmasına olanak olmadığını ve Tanrı'dan gelen darbelerin büyükler kadar küçüklere de isabet edebileceğini öğretmedi mi?”
Ulrik Christian, gülerek rahibin sözünü kesti: “Hay beni şeytan alsın! Oturmuş, bön bir çocuk gibi gevezelik edip duruyorsunuz. Bana acı veren bu hastalığı, onurum ve namusumla üzerime ben kendim çağırdım; eğer böyle bir şeyin insana cennetten ya da cehennemden geldiğini sanıyorsanız, ben size bunun içki eğlentileri, gece çılgınlıkları, zamparalıklar ve benzeri şeyler yüzünden başımıza geldiğini söyleyebilirim ve bu konuda bana güvenebilirsiniz. Ama şimdi sizden çok saygıdeğer bacaklarınızı mümkün olduğu kadar hızla odadan dışarıya almak iyiliğini esirgememenizi rica ederim; aksi takdirde ben de…”
Bu sırada Ulrik Christian'a bir nöbet geldi ve şiddetli ağrılarla kıvranırken dinsizce sövmeye başladı. Rahip öfke ve dehşet içinde yüzü sapsarı, yolunu yitirmiş bu ruhu, dinin ilahi bağışına ve gerçek yoluna ulaştırabilmek üzere Tanrı'nın kendisine güç ve direnç vermesi için dua ediyordu. Hasta yatışınca yeniden söze başladı: “Sayın bayım, sayın bayım, yalvaran sesimle sizden, bu iğrenç sövgüleri bırakmanızı rica ediyorum. İşin son kerteye gelmiş olduğunu, baltanın ağacın köküne saplanmış bulunduğunu düşünün. Eğer ağaç yemiş vermemekte direnir, son dakikada çiçeklenip meyveye durmak istemezse derhal devrilecek ve ateşe atılacaktır. Bu talihsiz inadınızdan vazgeçin ve kurtarıcınızın ayaklarına kapanarak pişmanlık getirin. Dua edin!”
Ulrik Christian, rahip söze başlayınca yatağa oturmuştu. Adama gözdağı vererek kapıyı gösterdi ve yüksek sesle: “Papaz efendi! Defolun buradan, defolun! Marş! Size daha fazla dayanamayacağım!” diye bağırdı.
Rahip sürdürdü: “Fakat sevgili bayım, günah yükünüz aşırı ağır olduğu için Tanrı'nın sizi bağışlayacağından kuşku duyuyor, bundan dolayı inat ediyorsunuz. Şunu sevinçle öğrenin ki, Tanrı'nın bağışlama ve acıma kaynakları tükenmez, sonsuzdur.”
Ulrik Christian, sıkılmış dişleri arasından sesini keskinleştirerek: “Kudurmuş papaz köpeği! Gidiyor musun? Şimdi? Üçe kadar sayıyorum: Bir. İki…”
“Ve eğer günahlarınız kan kadar kırmızı bile olsa, evet, Türk erguvanları kadar kırmızı bile olsa…”
“Sağa dön!”
“Tanrı yine onları Lübnan'ın tepeleri gibi bembeyaz yapa…”
Ulrik Christian, “Tanrı değil bütün kutsal melekleriyle kutsal şeytan!” diye gürledi ve yatağından fırlayarak silah rafından bir kılıç yakalayıp rahibe saplamak için hızla atıldı. Ama rahip hızla yan odaya kaçarak kendini kurtarmış, arkasından kapıyı kapamıştı. Ulrik Christian bu arada kapıya doğru kudurmuş gibi atıldı, sonra da bitkin yere yuvarlandı. Onu yatağına götürmek zorunda kaldılar. Buna karşın kılıcı elinden bırakmamıştı.
Ulrik Christian öğleden sonraki saatleri uyku ve sessizlik içinde geçirdi. Acıları durmuştu. Üzerine gelen bitkinlikten hoşnuttu; bunu bir rahatlama gibi duyuyordu. Yatağına yatmış, pencereyi örten perdenin örtüleri arasından içeri sızan ışıklı noktalara bakıyor, demir kafeslerdeki siyah halkaları sayıyordu. Bu sırada rahibi nasıl kovduğunu anımsadıkça hazla gülümsüyor; yalnızca ayakkabıcının karısı Ane gözlerini kapaması ve uyumaya çalışması için dil döktükçe neşesi kaçıyordu.
Öğleden sonra çok geçmemişti ki kapı hızla vuruldu ve hemen ardından Trinitatis Kilisesi'nin başrahibi Jens Justesen içeri girdi. Bu, yüzü kemikli ve sert çizgili, çukur gözleri iri, kara, kısa saçlı, iri yapılı ve şişman adam, derhal yatağa yaklaştı ve “Tünaydın!” diyerek hastayı selamladı.
Ulrik Christian, yatağının yanında yine bir rahibin dikildiğini görünce o kadar öfkelendi ki, bütün organları titriyor, vaize ve rahatını gereği gibi korumadığı için ayakkabıcının karısı Ane'ye, göklere, Tanrı'ya ve kutsal bildiği ne varsa hepsine ağzına gelen ilençleri ve sövgüleri yağdırıyordu.
Bay Jens, “Susun, sakin olun, ey insanoğlu!” diye gürledi. “Bu konuştuğunuz dil bir ayağı çukurda olan kimseye yaraşır mı? İçinizde neredeyse sönmek üzere olan yaşam kıvılcımını, insanlarla kavga edecek yerde Tanrı ile barışmak için kullansanız daha iyi edersiniz!
« 01 ... 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 »