Ana Sayfa » Yolculamak » Marie Grubbe - II : 06


MARIE GRUBBE - II

JENS PETER JACOBSEN

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 95


Akşam olup odasına gelince yatağında, yastığının üstünde bir gül görür; alıp koklar ve aynı anda güzel kızın hayali karşısındaki duvara resmedilmiş gibi, bütün gerçekliğiyle gözlerinin önünde canlanır. Genç kıza karşı içinde birdenbire o kadar şiddetli bir istek duyar ki, anlattığına göre, acıdan gökyüzüne haykıracak gibi olur. Evet, kudurmuş gibi otelden dışarı fırlar; büyülenmiş, kendini yitirmiş bir durumda caddelerde inleye inleye bir aşağı bir yukarı bir şey onu çekiyormuş, koparıyormuşcasına, sanki içinde bir ateş yanıyormuş gibi, gün ağarıncaya kadar ortalıkta dönüp dolaşır.“
Böylece daha uzun süre söyleştiler. Güneş batmaya başlamıştı; birbirlerinden ayrılıp ıssız sokaklardan evlerine döndüler.
Bütün bu zaman boyunca Ulrik Frederik çok sessiz kalmış, aşk konusu üzerinde daha başka şeyler söylerse, bunu Sofie Urne ile olan ilişkisinin anılarına yorarlar diye genel konuşmalara hemen hemen hiç katılmamıştı. Zaten konuşmayı seven bir insan değildi, Rosenkrands'la yalnız kalınca, onun bütün söylediklerine o kadar kısa ve dalgın yanıtlar verdi ki, adam çok geçmeden usandı, ayrılıp yalnız başına yoluna gitti.
Ulrik Frederik şimdi kendisine o zaman Rosenberg Şatosu'nda gösterilen birkaç odadan ibaret evine dönüyordu. Hizmetçisi dışarı çıkmış olduğu için ışıklar yanmıyordu. Büyük odada gece yarısına kadar karanlıkta tek başına oturdu.
O kadar garip, yarı hüzünlü, yarı duygulu bir ruh durumu içindeydi ki, böyle zamanlarda insan ruhu istencini yitirmiş bir halde ağır ağır akan bir akıma kapılır gibi olur. Sislerle uçuşan biçimler, kıyıdaki karanlık ağaçların üzerinden akıp gider ve yarım düşünceler iri, donuk parıltılı köpükler halinde karanlık suların içinden yavaş yavaş kabarır, akar, akar ve sönüp giderler.
Öğleden sonraki söyleşinin yankıları hâlâ kulağındaydı. Mezarlıktaki renkli kalabalık, Marie Grubbe'nin gülümseyişi, Bayan Rigitze, kraliçe, kralın iyilikçilliği ve o günlerdeki öfkesi… Marie'nin el hareketleri, solgun ve kendine uzak duran, gittikçe solgunlaşan, uzaklaşan Sofie Urne, yastığın üzerinde bulunan gül, Marie Grubbe'nin sesi, tek tek sözcüklerin yaptığı yankılar ve bunların üzerinde konuşulanlar… Odasında oturmuş, gecenin sessizliği içinde uçuşan bütün bu sesleri dinliyor, hepsine tekrar tekrar kulak veriyordu.
Ayağa kalktı, pencereye doğru yürüdü; camın çatı dirseklerini pencerenin geniş çerçevesine dayayarak dışarıya eğildi. Hava ne kadar taze, serin ve dingindi.
Dışardan çiçeklerle, üşümüş güllerin ekşimtırak tatlı kokusu, yeni filiz veren yaprakların taze burukluğu, çiçeklenen akça ağaçların şarap kokusu yüzüne çarpıyor, gökten çok ince, buğu gibi bir yağmur çiseliyor, bahçelerin üstüne titrek, mavimsi karanlıklar yayılıyordu. Karaçamların siyah dalları, akkayınların tüllere benzeyen yaprak hevenkleri, kayınların kubbe biçiminde taçları, akıp giden sislerin arkasındaki gölgeler gibiydi. Porsuk ağaçlarının tıraş edilmiş taçları da, çatısı göçmüş bir tapınağın kara sütunları gibi havalara yükseliyordu.
Sessizlik, mezar sessizliği kadar derindi. Yalnızca neredeyse duyumsanmayan ve ıslak, parıltılı ağaç gölgelerinin arkasında ölüp yeniden canlanan hevesler gibi, bir tüy hafifliğiyle yere dökülen yağmur damlalarının sesi duyuluyordu.
Bu sesleri dinlemek çok garip geliyordu insana.
O kadar acılı bir sesti ki bu, acaba bunlar, katar katar uzaklara uçup giden eski anıların hafiften kanat vuruşları mıydı? Yitip gitmiş düşlemlerin solmuş yapraklarından gelen hışırtılar mıydı? Ah o kadar yalnız, o kadar gamlı, bırakılmış ve yalnızdı ki! Çevreyi saran şu gece sessizliği içinde çarpan binlerce yürekten hiçbiri ona karşı özlem duymuyordu… Dünyanın geniş uzaklıkları üzerine görünmez ipliklerden örülü bir ağ gerilmişti. Bu iplikler yaşam bağından daha güçlü, ölümden daha güçlüydü; ruhları ruhlara bağlıyordu. Ancak bu ağdaki hiçbir tel ona ulaşamıyordu. Yurtsuzdu, bırakılmıştı… Bırakılmış mıydı? Duyduğu yankılar, kadeh sesleri, öpüşler miydi? Şu karşıda gördüğü parıltılar, beyaz omuzlar, koyu bakışlar mıydı? Gece bir gülüşle mi çınlıyordu? Aman sen de! Yalnızlığın bu ağır ağır damlayan acılığı, o zehirli, tatlı düşlemlerden yeğdir! Hepsinin cehenneme kadar yolu var! Ben hepinizi düşüncelerimin üstünden bir toz gibi silkiyorum! Yalancı yaşam! Köpek yaşamı! Bu yaşam körlerin, zavallı yaratıkların yaşamıdır… Bir gül gibi… Tanrım, onu bu derin gecenin derinlikleri içinde sen koru, sen sakla! Ah, o gülün koruyucusu, dayanağı olmak! Onun yolunu engellerden temizlemek, onu bütün fırtınalardan korumak! Bu o denli güzel ki… Bir çocuk gibi onu dinleyerek… Bir gül gibi…
«   01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   ...    39   »