Ana Sayfa » Yolculamak » Marie Grubbe - II : 08


MARIE GRUBBE - II

JENS PETER JACOBSEN

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 95


Onun için, her şey yolunda demekti. Ulrik Frederik gönül rahatlığıyla Marie'yi isteyebilirdi. Gerçekten de Sankt Johannis Yortusu'ndan sekiz gün sonra nişanları yapıldı.
Ulrik Frederik Marie'ye çok âşıktı. Ama bu aşk, Sofie Urne'yi düşündüğü zamanlarda olduğu gibi huzursuz ve hırçın değil, daha çok düşlemci, tatlı tatlı yaşanan, hemen hemen karaduygulu bir aşktı. Yaşama sevinci içinde, taze, yanakları al al bir aşk değildi bu.
Marie ona çok neşeli geçmemiş olan çocukluk yaşamını anlattı. Ulrik Frederik, işkence tekerleklerinin sivri dikenleri içinde kanayan ak tenli, güzel şehitleri düşleminde canlandıran genç bir papa gibi, Marie'nin genç yaşında çektiklerini, acıma duygulu ve açgözlübir gönül rahatlığı içinde düşlere dalarak dinlemekten hoşlanıyordu. Sonra bir zaman geliyor, onu koruyamayacağını, erken bir ölümün onu kollarından koparabileceğini sezer gibi olarak acı çekiyor, o zaman da umutsuzluğa kapılıyor ve onu el üstünde tutacağına, her zehirli soluğu ondan uzak tutacağına, sevgilisinin genç yüreğini sevincin altın parıltılarıyla dolduracağına ve ona asla ve asla acı çektirmeyeceğine büyük büyük antlar içiyordu.
Ama öyle bir saat geliyordu ki, bütün bu zengin güzelliğin, bu görkemli ruhun egemenliği altına gireceğini, onu Tanrı'nın aldığı bir ölünün ruhu gibi dilediği zaman toprağa vereceğini, dilediği zaman yükselteceğini ya da yine dileyince incitmeye, baş eğdirmeye gücü yeteceğini düşünerek seviniyordu.
Kafasında bu tür düşüncelerin uyanabilmesinde kuşkusuz Marie'nin de kısmen günahı vardı. Çünkü Marie'nin aşkı, eğer böyle bir şey söz konusu olabilirse, çok garip, mağrur, saygısız bir aşktı. Ölen Ulrik Christian'a karşı duyduğu sevgiyi, fırtınaların kamçıladığı, çalkalanan, dalgalanan bir gölgeye benzetirsek, Ulrik Frederik'e olan aşkı aynı gölün fırtına geçtikten sonraki akşam saatlerine benzetilebilir, böyle bir benzetme de ancak onun karanlık, yarı gerçek bir betimlemesi olabilir. Bu göl, bir ayna gibi pırıl pırıl, soğuk ve durudur; onda, karanlık kıyılarındaki kamışlar arasında sönüp giden köpüklerden başka hiçbir kımıltı duyumsanmaz. Buna karşın, çizilen bu görünüm, yalnızca Marie'nin Ulrik Frederik'e karşı soğuk ve dingin olması bakımından değil, aynı zamanda ve daha çok yaşadığı ilk tutkunun oluşturduğu bütün o kaynaşan, renk renk düşler ve yaşamıyla ilgili düşüncelerin son günlerdeki duygularıyla gücünü yitirerek yatışması, solması ve uçup gitmesi bakımından da bir dereceye kadar doğru sayılabilir.
Marie, hiç kuşkusuz Ulrik Frederik'i seviyordu. Ama aşkının nedeni daha çok ona yaşamın gösterişli ve görkemli kapılarını açması değil miydi? Daha çok ve gerçekten sevdiği şey, gösterişin ta kendisi değil miydi?
Bazen durumun böyle değilmiş gibi olduğu zamanlar da oluyordu. Akşamın alacakaranlığında Ulrik Frederik'in kucağına oturup ona, kendi kendine eşlik ederek Daphnis ve Amaryllis'ten Fransızca küçük aryalar söylerken arada birdenbire durur, parmaklarını isteksiz isteksiz kitarasının tellerinde gezdirerek başını omzuna koyardı. Böyle zamanlarda kendisini dinleyen birine söyleyecek öyle tatlı sözleri oluyordu ki, hiçbir gerçek aşk bunlardan daha tatlısını esinleyemez, gözlerinden ancak sevginin verdiği tedirginliğin akıtabileceği tatlı yaşlar dökülürdü. Buna karşın yaşadığı bu ruh durumu, acaba tatlı bir karanlık içinde korunan, kanındaki ateşin ve tatlı seslerin beslediği, kendini aldatan ve sevgilisini mutlu eden o sönüp gitmiş duyguların anısına karşı duyumsadığı bir özlemden ibaret değil miydi? Çünkü günışığında onu aşk konusunda bu denli az konuşturan, okşandığı zaman sabrını azaltan kural, yalnızca genç kızlığın verdiği bir utangaçlık mıydı? Ya da bazen Ulrik Frederik bir öpücük için yalvardığında veya âşıkane antlar içerek her âşığın zevkle dinlediği bir sözü onun ağzından almak istediği zamanlarda, gözlerine ve sözlerine o acı alaycılığı veren şey, yalnızca bir genç kız ürkekliği, yalnızca çocuklar gibi hafif görünme isteği miydi? Kendi başına yalnız kalıp sık sık kurduğu düşlerden yorulduğu zamanlarda tekrar tekrar ve binlerce kez geleceğin söz verdiği güzellikleri düşünmesi, o denli umutsuzca kendini yitirmiş bir durumda önüne bakıp dalması, kendini o kadar yalnız ve bırakılmış duyumsayabilmesi neden ileri gelmekteydi?

* * *

«   01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   18   ...    39   »