Ana Sayfa » Yolculamak » Mektuplar : 18
çember, daire denen şeyin kavramı. Bundan sonra resmi çizilen, sonra silinen; tornayla yapılan, sonra bozulan nesne gelir; oysa bütün bunlarla ilgili olan dairenin kendisi bu değişmelerin dışındadır; çünkü o, ayrı bir şeydir. Dördüncü şey, bu nesnelerin bilimi, akılla kavranması ve onlar konusundaki doğru kanıdır. Bunlar aynı türdendir ve sözde ya da madde biçimlerinde değil, ruhta bulunurlar. Onun için bunların daireden ve demin sözünü ettiğim o üç şeyden başka bir özde oldukları açıkça görünür. Bunların yakınlık ve benzerlik bakımından beşinciye en çok yaklaşanı, akılla kavramadır; ötekiler daha uzaktır.
Aynı ayrımlar, düz ve yuvarlak biçimlerde, renklerde, iyide, güzelde, doğruda; insanın yaptığı ya da doğanın oluşturduğu cisimlerde, ateş, su ve bunlara benzer her öğede; bütün hayvanlarda, ruh durumlarında, eylemlerde, edimlerde vardır. Nasıl olursa olsun, bu dört öğe kavranamazsa beşinci de tam olarak bilinemez. Şunu da ekleyin ki, bu dört öğe, dilin kendisindeki yetersizlik yüzünden, her nesnenin özünü olduğu gibi niteliğini de anlatmaktadır. Onun için akıllı bir kimse düşüncelerini dile emanet etme tehlikesini göze almaz; hele dil, yazıyla olacağı gibi, donmuş bir biçim alırsa.
Ama biz gene, demin söylediğimize dönelim: Bunu iyi anlamak gerektir. Geometride çizilen ya da tornayla yapılan dairelerin her biri, beşinciye karşıt olan şeylerle doludur; gerçekten, bütün bölümlerinde düz çizgiye yaklaşmaktadır. Oysa asıl dairede, küçük olsun, büyük olsun, özüne karşıt hiçbir öğe yoktur, diyoruz. Gene diyoruz ki, bu biçimlerin adında da hiçbir değişmezlik yoktur; bugün yuvarlak dediğimiz biçimlere düz, düz dediğimiz biçimlere yuvarlak dersek, kim ne diyebilir? Bu adları böylece değiştirip karşıt anlamlarda kullanırsak değişmezlikleri de azalmaz. Kavram (yani tanımlama) için de böyledir; ad ve eylemlerde olduğuna göre, onda da kesin olarak değişmez bir şey yoktur. Dört öğenin her birinin belirsiz olduğunu göstermek için binlerce kanıt vardır; ama bunların başlıcası biraz önce söylediğimizdir; öz ve nitelik olarak iki ilke bulunduğuna, ruhun da tanımak istediği nitelik değil öz olduğuna göre, dört öğenin her biri düşünce ya da olaylarla, ruhun istemediğini önüne koyuyor; çizilen ya da gösterilen her nesneyi de duyular kolayca çürütebileceğinden, herkes kuşku ve kararsızlık içinde kalıyor. Onun için, kötü bir eğitim yüzünden gerçeği aramadığımız, önümüze çıkan ilk imgeyle yetindiğimiz şeylerde, bize sorulana yanıt verirken birbirimizle alay etmiyoruz; çünkü bu dört öğeyi parça parça etmek ve çürütmek elimizdedir. Ama bize beşinci öğeyle yanıt verilmesini ve bunun anlatılmasını istersek, çürütme yetisi olan herhangi bir kimse bu yetisini kolaylıkla gösterebilir; dinleyenlerin çoğunu, öğretisini, söz, yazı ya da yanıtlarla anlatan kimsenin, yazdıklarını ya da söylediklerini hiç anlamadığına inandırabilir; çünkü asıl çürütülen şeyin, konuşanın ya da yazanın ruhu değil, o dört öğeden her birinin özde kusurlu olan yapısı olduğu her zaman bilinmez. Bilim, ancak bu dördünü inceleye inceleye, birinden ötekine çıkarak ya da inerek, binbir güçlükle elde edilebilir; o da tanınması istenen nesneyle tanıyan aklın iyi olmaları koşuluyla. Tersine, birçok ruhun bilim ve töre denen şey karşısında olduğu gibi, yaradılıştan yetisiz olunursa ya da yeti bozulmuşsa, Lynkeus'un gözleriyle de olsa, hiçbir şey görmeye olanak yoktur. Sözün kısası, bir kimsede nesneyle yakınlık olmazsa, ne öğrenme, ne belleme kolaylığı ona bir şey gösterebilir; çünkü görebilmek için nesneyle yakınlık ilk koşuldur. Onun için, herhangi bir şeyi kolaylıkla öğrenip belleyen, ama doğru ve güzel olan her şeye doğal bir bağlantısı ve yakınlığı olmayan kimseler ya da kendilerinde bu yakınlık olup da her şeyi güçlükle öğrenen, belleyen kimseler, erdem ya da düşkünlük üzerinde, öğrenilebilecek bütün gerçeği elde edemezler. Bütün özün, aynı zamanda doğru ve yanlış yönlerini öğrenmekten başka yol yoktur; bu da, başta söylediğim gibi çok dikkat ve türlü türlü çalışma ister. Ancak adları tanımlamaları, duyumları, algıları birbiriyle karşılaştırdıktan ve hırçınlığın soru ve yanıtları etkilemediği dostça tartışmalarda evirip çevirdikten sonradır ki, anlayışın ve aklın ışığı, insanlık güçlerinin ancak dayanabileceği bir aydınlıkla parlar.
İşte bunun için, gerçekten ciddi konularla uğraşan ciddi bir adam, düşüncesini yazmaktan ve çoğunluğun anlayışsızlık ve hırçınlığına yemlik olarak atmaktan çekinecektir. Bundan şu kısa sonucu çıkarabiliriz: Birinin, örneğin yasa yapanın yasalar üzerine ya da herhangi bir kimsenin herhangi bir konu
« 01 ... 08 09 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 »