Ana Sayfa » Yolculamak » Pazartesi Öyküleri - I : 01
Bu kitabın hazırlanmasında, Pazartesi Öyküleri'nin M.E.B. Fransız Klasikleri dizisinde Pazartesi Hikâyeleri adıyla yayınlanan ilk baskısı temel alınmış ve çeviri dili günümüz Türkçesine uyarlanmıştır.
Prof. Sabri Esat Siyavuşgil tarafından Fransızcadan çevrilmiştir.
Yazan: Alphonse Daudet
Yayına hazırlayan: Egemen Berköz
Dizgi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Baskı: Çağdaş Matbaacılık Yayıncılık Ltd. Şti.
Eylül 1998
O sabah okula pek geç kalmıştım, azarlanacağım diye de ödüm kopuyordu. Çünkü M. Hamel bizi participe'lerden sözlüye çekeceğini söylemişti. Ben bu konunun daha ilk sözcüğünü bile bilmiyordum. Bir an, okulu asıp dağ tepe dolaşmak aklıma esti.
Hava da öyle sıcak, öyle açıktı ki!
Ormanın bitiminde karatavukların ötüştüğü duyuluyordu, bıçkıevinin arkasındaki Rippert çayından eğitim yapan Prusyalıların sesi geliyordu. Bütün bunlar içimi participe'ler kuralından daha çok çekiyordu; ama yine de şeytana uymadım ve tabanları kaldırıp okula doğru koştum.
Belediyenin önünden geçerken, küçük ilan kafesinin çevresine toplanmış bir kalabalık gördüm. İki yıldan beri, bütün kötü haberleri, yitirilen çarpışmaları, bizler hep oradan öğreniyorduk. Koşmamı kesmeden, kendi kendime:
- Yine ne var? dedim.
Tam hızla alanı geçeceğim sırada, çırağıyla birlikte ilanı okumakta olan demirci Wachter, bana seslendi:
- Hey küçük, o kadar acele etme. Nasıl olsa okuluna yetişirsin.
Benimle alay ediyor sandım ve soluk soluğa M. Hamel'in küçük avlusuna daldım.
Ders başlarken, her zaman ta sokaktan bile duyulan bir curcunadır kopardı. Sıraların kapakları açılır, kapanır; daha iyi akla girsin diye kulaklar tıkanarak, ders hep bir ağızdan avaz avaz yinelenir ve öğretmenin kocaman cetveli sıraların üstüne iner dururdu:
- Biraz susalım!
Öğretmene görünmeden sırama geçivermek için bu gürültüye güveniyordum. Ama o gün de, bir pazar sabahı gibi, her şey pek dingindi. Açık pencereden, bizim arkadaşların yerlerine oturmuş olduklarını ve M. Hamel'in, o korkunç demir cetveli koltuğunun altında, bir aşağı bir yukarı dolaştığını gördüm. Bana da kapıyı açıp bu derin sessizlik içinde sınıfa girmek düştü. Artık bendeki utanmayı, bendeki korkuyu sormayın!
Ama boşunaymış. M. Hamel hiç kızmadan bana baktı ve pek tatlı bir sesle:
- Koş, yerine otur, küçük Frantzım, dedi; az kalsın sensiz başlayacaktık.
Bir atlayışta hemen sırama oturuverdim. Ancak o zaman biraz kendime gelerek, bizim öğretmenin o güzelim yeşil redingotunu giymiş, göğsüne ince ince kırmalı dantelasını takmış ve ancak denetim ya da ödül dağıtım günlerinde giydiği kara ipekten işlemeli takkesini başına geçirmiş olduğunu fark ettim. Zaten bütün sınıfta olağanüstü bir tören havası vardı. Ama asıl garibime giden şey, sınıfın arkalarında, her zaman bomboş duran sıralarda, köy halkının bizim gibi sessiz oturmasıydı. Üç köşeli şapkasıyla yaşlı Hauser, eski belediye başkanı, eski dağıtımcı, sonra daha başkaları da hep oradaydı. Hepsi de pek üzgün görünüyordu.
« 01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 ... 56 »