Ana Sayfa » Yolculamak » Pazartesi Öyküleri - II : 02
Ah ne güzel elmalar! Buğular içinde öyle taze, öyle kırmızı ki… Ayaklarını mangalına uzatmış titreyen satıcı kadına gülücükler yaparak ceplerini dolduruyor, sonra sisler içinde bir kapıyı itiyor, atları koşulu bir arabanın durduğu küçük bir avludan geçiyor. Geçerken de:
- Bizim için bir şeyler var mı? diye soruyor. Sırılsıklam bir arabacı:
- Evet, Mösyö, diyor, hem de pek şirin bir şey.
O zaman hemen bürosuna giriyor.
İşte orası sıcak ve pek rahat. Bir köşede harıl harıl soba yanıyor. İçi tüylü terlikleri yerli yerinde. Küçük koltuğu, pencerenin yanında, aydınlık içinde, kendisini bekliyor. Camlara perde gibi inen sisten yekpare ve tatlı bir ışık geliyor. Sırtları yeşil ciltli kayıt defterleri, raflarında düzgün sıralanmış. Tam bir noter bürosu.
Adam rahat bir soluk alıyor. Artık kendi evindedir.
İşe başlamadan önce büyük bir dolap açıyor ve içinden alpak kolluklarını çıkararak, özenle kollarına geçiriyor; küçük bir kırmızı toprak kap ve kahvehanelerden toplanma birkaç parça şeker de çıkarıyor ve hoşnut bir biçimde çevresine bakınarak, elmalarını soymaya başlıyor. Doğrusu bundan daha iç açıcı, daha ışıklı, daha düzenli bir büro bulunamaz. Yalnızca alışılmadık bir yanı da var, o da her yandan duyulan, sanki bir gemi kamarasındaymış gibi insanı sarmalayan şu su gürültüsü. Aşağıda Seine ırmağı homurdana homurdana köprünün kemerlerine çarpıyor, köpüklü dalgalarını adanın bu hep tahta, kazık ve yıkıntılarla dolu ucunda çatlatıyor. Binada bile, büronun çevresinde testi testi boşalan bir su şarıltısı, büyük bir yıkama gürültüsüdür gidiyor. Neden yalnızca sesini duymakla bu su insanın içini donduruyor, bilmiyorum. Suyun katı bir zemin üzerinde şakladığı, kendisini bir kat daha soğuk gösteren geniş malta taşları ve mermer masalar üzerinde zıpladığı duyumsanıyor.
Bu garip evde böyle yıkanacak ne var ki? Ne silinmez leke bu?
Ara sıra bu su boşanması kesilince, orada ta dipte, tıpkı buzlar erimeye başladığında ya da yeğin bir yağmurdan sonra olduğu gibi, birer birer damlalar düşüyor. Sanırsınız ki damlar ve duvarlar üstünde toplanan sis, sobanın sıcaklığıyla erimiş de boyuna tıp tıp damlıyor.
Bizimkinin bütün bunlara aldırış ettiği yok. Bütün dikkatini kırmızı kapta hafif bir ağda kokusuyla çıtırdamaya başlayan elmalarına vermiş. Bu güzel çıtırtı, suyun gürültüsünü, o iç karartıcı su gürültüsünü duymasına engel oluyor.
Dipteki odadan kısık bir ses:
- Ne zaman isterseniz, yazman! diyor. Bizimki elmalarına şöyle bir göz atıyor ve istemeye istemeye gidiyor. Nereye gidiyor? Bir an aralık kapıdan saz ve bataklık kokan tatsız ve soğuk bir hava giriyor ve ipler üzerinde kuruyan bir sürü eski püskü, solmuş önlükler, gömlekler, kollarından boylu boyunca asılmış, suları damlayan, boyuna damlayan bir basma entari görülüyor.
Bu iş de bitti. Yeniden bürosuna giriyor. Masasının üzerine sırılsıklam olmuş bir takım öteberi koyuyor ve soğuktan kıpkırmızı kesilen ellerini ısıtmak için titreye titreye sobaya yaklaşıyor. Sırtı ürpermeler içinde:
- Böyle bir havada… İnsan zırdeli olmalı! diyor. Bunlara böyle ne oluyor, kuzum?
İyice ısınıp şekeri de kabın kıyısında incilenmeye başlayınca, masasının bir köşesinde kahvaltısını ediyor. Bir yandan karnını doyururken, bir yandan da kayıt defterlerinden birini açıyor ve keyifle sayfalarını çeviriyor. Bu kocaman kayıt defteri ne de güzel tutulmuş! Düzgün satırlar, mavi mürekkeple yazılmış başlıklar, yaldızlı rıh (1) parıltıları, her sayfada bir kurutma kâğıdı, bir özen, bir düzen ki sormayın… Herhalde işler pek yolunda gidiyor. Bizimki, pekiyi geçmiş bir yıl sonu bilançosu karşısında keyif duyan bir sayman kadar hoşnut. Defterinin sayfalarını çevirerek tadını çıkarırken, yandaki salonun kapıları açılıyor ve bir kalabalığın malta taşlarında yankılar yapan ayak sesleri duyuluyor. Kilisedeymiş gibi alçak sesle konuşuyorlar.
- Ah ne kadar da genç… Ne yazık!
Herkes birbirini itiyor, birbirine bir şeyler fısıldıyor.
Genç olmasından ona ne? Rahatça, elmalarını bitirirken, az önce getirdiği öteberiyi önüne çekiyor. Kum dolu bir yüksük, içinde bir metelik bulunan bir para çantası, paslanmış küçük bir makas; öylesine paslanmış ki, artık hiçbir işe -ah evet, hiçbir işe- yarayamaz. Sonra yaprakları birbirine yapışmış bir işçi kız cüzdanı; külçe haline gelmiş, yazıları silinmiş bir mektup. Ancak birkaç sözcüğü okunabiliyor:
« 01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 ... 36 »