Ana Sayfa » Yolculamak » Pazartesi Öyküleri - II : 04


PAZARTESİ ÖYKÜLERİ - II

ALPHONSE DAUDET

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 15


çabuk çabuk ve yapmacık bir neşeyle konuşmaya başladı… İşleri pek, hem de pek yolundaymış… Başına gelenler, bir duraklamadan başka bir şey değilmiş. Şu anda pekiyi bir iş kovalıyormuş… Resimli, büyük bir sanayi gazetesi… Para bol, her yerden ilan yağıyormuş!… Konuşurken yüzüne bir canlılık geliyordu. Beli doğruluyordu. Yavaş yavaş, bir kayırıcı edası takındı ve sanki yönetim yerini kurup da yerleşmiş gibi, benden makale bile istedi. Utku kazanmış gibi bir tavırla:
- Biliyor musunuz? dedi. Bu iş sağlam bir iştir… Girardin'in bana söz verdiği üç yüz bin frankla başlıyorum!
Girardin!
Bu tür düşlemcilerin ağzından hiç düşmeyen bir addı. Bu ad ne zaman önümde söylense, yepyeni mahalleler, yapımı bitmemiş dev yapılar, paydaşlar ve yöneticilerinin çizelgesiyle taze basılmış gazeteler görür gibi olurum. Kaç kez, akla hayale sığmayan tasarımlar dolayısıyla:
-Bundan Girardin'e söz etmeli! dendiğini duymuşumdur?
Ona da, bu zavallı adama da, bu işten Girardin'e söz etmek düşüncesi gelmişti. Belki de bütün gece tasarısını hazırlamış, rakamlar sıralamıştı. Sonra sokağa çıkmış ve yürürken, içi içine sığmayarak, iş zihninde öyle tavına gelmişti ki, karşılaştığımız sırada, Girardin'in kendisinden üç yüz bin frangı esirgeyebilmesi olanaksız görünmeye başlamıştı. Bu paranın kendisine söz verildiğini söylemekle zavallı adamcağız kıtır atmıyordu, yalnızca düş görmeyi sürdürüyordu.
O bana sorunu anlatırken, sokaktan geçenler sağdan soldan bize çarpmışlar, duvarın dibine kadar itmişlerdi. Borsadan bankaya giden, aceleci, dalgın, gözleri işlerinden başka bir şey görmeyen adamlarla, senetlerini çekmeye koşan kaygılı dükkâncılar, geçerken birbirlerine rakamlar fısıldayan gözleri yerde borsa aracılarıyla dolu kalabalık sokaklardan birinin yaya kaldırımı üzerindeydik. Bu kalabalığın arasında, sanki talih oyunlarının ivecenliği ve canlılığı duyumsanan bu borsacı mahallesinde, bütün bu güzel tasarımları dinlemek, denizin ortasında bir batma öyküsü dinliyormuşum gibi sırtımı ürpertiyordu. Bu adamın bana bütün anlattıklarını, yıkılışını başka yüzlerde, coşkun umutlarını başka dalgın gözlerde, gerçekten görüyordum. Birdenbire nasıl yanıma yaklaşmışsa, öylece ansızın benden uzaklaştı ve bütün bu adamların ciddî bir tavırla “iş dünyası” dedikleri o çılgınlık, düş ve yalan burgacına kendisini kapıp koyverdi.
Beş dakika sonra kendisini unutmuştum; ama akşam evime dönüp de sokakların tozuyla birlikte günün bütün dertlerini de üzerimden silkince, o telaşlı ve solgun yüz, o bir meteliklik fırancala ve o gösterişli:
- Girardin'in bana söz verdiği üç yüz bin frankla!.. sözlerine eşlik eden el kol işaretleri yeniden gözümde canlandı.
ARTHUR
Birkaç yıl önce Champs-Elysées'de, Douze-Maisons pasajında, küçük bir odada oturuyordum. O pek soğuk, pek sessiz, ancak arabayla geçilebilir duygusunu veren büyük kibar caddelerinin ortasına sıkışmış, yitmiş, kıyıda kalmış bir semt köşesi düşünün. Nasıl bir mal sahibi keyfi, nasıl bir elisıkı ya da yaşlı bir insan kuruntusuyla, o güzel mahallenin göbeğinde, bu arsalar, bu küflü bahçecikler, dıştan merdivenleri, ipe asılmış çamaşır, tavşan kümesi, sıska kedi ve insana alışkın kargalarla dolu tahta taraçalarıyla bu çarpık, bir katlı evler sürüklenip kalmıştı, bilmiyorum. Burada işçi aileleri, küçük bir geliri olanlar, birkaç sanatçı -nerede ağaç kalmışsa oradan eksik olmazlar-, son olarak da, yoksulluk içinde, gelip geçen kuşaklarla çirkefleşmiş gibi, iğrenç görünüşlü iki üç pansiyon vardı. Çevrede çepeçevre Champs Elysées'nin görkemi ve gürültüsü, sürekli bir araba akışı, bir koşum ve rahvan ayak tıkırtısı, küt diye kapanan ana giriş kapıları, kemerleri sarsan kaliskalar, sesi kısık piyanolar, Mabille'in kemanları, açık renk ipek perdeleriyle farklılaşmış camları, üzerinde kollu şamdanların yaldızı ve bahçıvanların az bulunur çiçekleri yükselen yüksek buzlu camlarıyla, yuvarlak köşeli, sessiz, büyük konaklardan bir ufuk…
Ucunda bir tek sokak feneri bulunan bu karanlık ve daracık Douze - Maisons sokağı, çevresindeki güzel dekorun kulisi gibiydi. Bu lüks içinde incik boncuk olarak ne varsa, hep buraya sığınmaya gelirdi. Sırmalı kapıcı pantolonları, palyaço mayoları, İngiliz at bakıcıları ve bir sürü cambazhane binicisi, ikiz midillileri ve afişleriyle Hipodrome'un iki küçük at bakıcı yamağı, keçi koşulu arabalar, kuklalar, külâh biçiminde
«   01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   ...    36   »